Evet uzunca bir süre
yazamadım, nedeni de yazmak istesem de kara şeyler yazacağımı düşündüğümden,
eleştiriler, haksızlıklar gibi; ama zaten onları yaşıyoruz hepimiz, bir de kendim
için bir kaçış noktası olarak gördüğüm blogumda olmalarına gerek yok diye düşündüm.
Ama ne çare yine çok ama çok kara bir şey yazmaya mecbur oldum. İnsanoğlunun en
karanlık yüzünden bahsedeceğim. En gizli, en mahrem anlarından, hiç de ‘cool’
olmadığı anlardan. Evet.
Mevlana’nın bir sözü
var; herkes bilir :
-Ya olduğun gibi
görün, ya göründüğün gibi ol.
Bunun popüler
kültürdeki karşılığını da :
-Ya gel bana sahici
sahici ya da anca gidersin! şeklinde sevgili Tarkan söylerdi, ahh ahhh! Heralde
insanın en sahici olduğu zamanlar çocukluk zamanlarıydı. Çünkü “havalı” olma
durumu, bir çevreye ait olma durumu henüz yoktu.
Geçenlerde okula
uğradım bir işim için, okulu bitirip yüksek lisansa başlayanlar, bir adet kalın
çerçeveli geniş gözlük edinmiş hemen, tez konusundan önce tez imajı gelmiş
tabii. İmaj ne kadar önemliyse imajı korumak aynı derecede önemlidir. Misal,
bağımsız film festivallerinde izlediğin, bir el kamerasıyla çekilmiş kötü bir
filmin kötü olduğunu –hele ki, bilmem nerede iyi bir eleştirisi çıktıysa- iddia
edemezsin. O festivale gitmeyi hiç istemesen de gitmemezlik edemezsin.
Arkadaşlarının bir barda yaptığı abuk sabuk, ritmi bile olmayan bir şeyi ve
sevmiş gibi davranmak,
-Abi çok alternatif
bir tarz yaa, çok sevdim, deyip
-Herkes anlamıyor
bunu, mainstream bir tarz değil yani bizim yaptığımız şey çok daha yeni, çok orijinal…
diyen o çooook orijinal havalı arkadaşına,
-Aynen yaa, ben
mainstream olan her şeyden nefret ediyorum zaten, herkes gibi olmak bana göre
değil, diyerek onaylaman lazım. Ama sana acı bir şey söyleyeyim mi, sen bayağı
herkes gibisin, herkes gibi çevre yapmaya çalışıyorsun ya da dümdüz, katıksız
mainstream bir tipsin ve daha da acısı evet arkadaşın müzik yapamıyor, sen
söyleyemiyorsun ya, bunu ona söyleyen kişi ama havalı biri olacak.
Bir zamanların
klişesi, ben hiç magazin izlemem gibi, şimdi de ayy ben hiç Türk dizisi
izlemiyorum yaa diyen bir kitle var. Türk dizisinin çok çevresinden dolanarak,
konuyu dağıtmadan, yok diyorum yalan. Evinde televizyon varsa mutlaka
izliyorsun, hatta böyle diyen bir tipin, Aşkın İnce Halleri falan adında bir
Türk dizisi fanatiği olduğunu düşünürüm hep. Böyle bir dizi var mı bilmiyorum
ama dalga geçmek için düşüneceğim isimlerden biri olana “Hıyanet Sarmalı” adında
bir dizi reklamı gördüm metroda ve otobüs duraklarında, yani hiç olmadı insan
bir kere merakından izler değil mi? Benim televizyonum olsa izlerdim kesin. “Ben
hiç Türkçe müzik dinlemiyorum” da keza böyle, o zaman sorarlar adama, güya daha
entelektüel şeyler ya da zeka seviyesi gerektiren şeyler mi yapıyorsun onun
yerine, yooo! “Muhteşem Yüzyıl” izlemiyorsun da, bir Crossfire hastası mısın,
hayır, “Game of Thrones” izliyorsun, yok Hande Yener dinlemiyorsun da, Billie
Holiday mi dinliyorsun, yooo, Lady Gaga dinliyorsun. Eeee, yani çok da farklı
değil bu söylediklerin. O zaman bence gel sen yaa bu söylemlerini değiştir ya
da bunların seni havalı yaptığını düşünmekten vazgeç.
Gibi …
Hazır anmışken o zaman
bir Billie Holiday şarkısını da paylaşayım, insanın kendi kendisine söyleyeceği
en güzel şarkılardan biri:
When you’re smiling
The whole world
smiles with you
When you’re laughing
The sun comes shining
through
But when you’re
crying
You bring on the
rain
So stop your
sighing, be happy again!
No comments:
Post a Comment