Sondan
başlayalım.
İronik
oldu değil mi...
Bazı
hikayelerin başı olduğuna, gelişmesi olduğuna ve sonucu olması
gerektiğine inanırsınız. Ama bir noktaya gelirsiniz ki, aslında,
ne giriş, ne gelişme var... Sadece, cümlelere dönüşemeyen
kelimeler yığınıymış bu hikaye... Ben... Anlıyorum...
Haklısın... Ama... Lütfen... Neden?.. Seni... Sen... Bilmiyorum...
İşte böyle...
Karşılığı
ise;
Bu
boşluk...
Kalem
elinde yazarken ne kadar anlamsız olduğunu görüp, yine de bir
türlü yazmayı bırakamamaktı hikayemiz. Özne ise hiç bu kadar
tekil olmamıştı.
İşte
bu yüzden, bu anlamsız "hikaye"nin sonu, bir giriş. Uzun
süre doğru kelimeleri bulmaya çalışmaktan, bulamamaktan, bir
türlü cümleye başlayamamaktan, başlayıp bitirememekten yorulan
yazar ise, bu sonbaşlangıcı, devrik de olsa cümlelerini
bitirerek, bozukluklarla dolu da olsa derdini anlatarak yazmaya
başladı.
İlk
yazdığı şu oldu:
Hikayenin
daha giriş cümlesindeyken, edatı gizli özne sanmıştım. Halbuki
edat tek başına hiç bir şey ifade etmiyordu, onu aldım, kendi
kelimelerimin yanına koydum, bir anlamı olsun diye. Tek başına
bir anlamı yoktu. Tek başına bakmaya korktum, bir türlü
koyamadığım noktaların hepsi virgüllere dönüşürken, gizli
özneyi aradım. Sonunda, kötü metaforlarla dolu bu paragrafı
yazdım.
No comments:
Post a Comment