Üniversiteden
mezun oluncaya kadar, mesleğini yapmak için üniversiteden mezun
olman gerektiğini düşünürsün. Ama mezun olunca anlıyorsun ki,
diploma mesleği edinme belgesi değil, o mesleği yapmak için
istekli olduğunun bir belgesi. Yani mühendislikten mezun oldun, bu
işverenler için şu anlama geliyor; mühendis değil, ama bir gün
olabilmeyi arzuluyor!
Tabii
ki bu durum, üniverisite eğitiminin zayıflığı yanında, %90
oranında, işverenlerin daha fazla daha da fazla kar politikalarının
bir sonucu. Neyse, koşullar böyle olunca, insan üniversiteden
mezun olunca, bütün hayatı boyunca kendine yaptığı yatırımın
bir anda boşa gitmiş olduğu hissine kapılıyor. Bu da hayata
karşı inancını yitirdiği bir döneme girmesine neden oluyor.
Özellikle de Türkiye gibi zaten kendi içinde karmaşık birçok
toplumsal sorunun bireyi etkilediği bir ülkede yaşıyorsanız, bu
durum sizin için daha keskin bir hale gelebiliyor.
İşte
ben de aynı böyle bir dönemden geçiyordum. Bir arayış
halindeydim, hala da öyleyim, ne yapacağım, neden onu yapacağım
gibi bir sürü soru kafama üşüşüyor.
Ama
bütün bunların yanında, etrafıma baktığımda çoğu zaman o
kadar komik insanlarla karşılaşıyorum ki! Mesela geçen gün
biriyle tanıştım, üniversiteden yeni mezun olmuş, yüksek
lisansa başlamış ama iki dersi zor vermiş falan, ama piyasada
işler yapıyor. Özeti, ana fikiri bu, alt metni herşeyi bu! Fakat
kendini şöyle tanımlıyor, yüzünde de böyle kendin aşırı
memnun bir ifade, kaşlarını yukarı doğru çatarak falan;
-Bizim
ofiste, ki diğer iki yeni mezun arkadaşım ve ben, hepimiz YETKİN
MİMARIZ, tabii ki piyada yaptığımız işlerin yanında ben
şahsen, akademik bir kariyer de yapmak istiyorum ve onu da çok iyi
noktalara vardırabileceğimi düşünüyorum. Çünkü zaten,
piyasada yaptığım işler de o yönde, yani sayısal mimari
tasarımın piyasaya uygulanması (burada şöyle düşünüyorum;
vay arkadaş ne kadaaaaaar orijinal ve doğrudan bir bilimsel değeri
olan çarpıcı bir soru yöneltiyor), doktora tezimi de bunun
üzerine yazacağım...
-Hımm,
yüksek lisansın bitti mi?
-Yok.
-Ne
zaman başladın, kaç dersin kaldı, ne aşamadasın?
-Şöyle
ben iki ders verdim.
-E
yeni mi başladın?
-1,5
sene önce başladım da...
-1,5
sene mi? Genelde 1 sene de insanlar tezini yazıp bitiriyor yahu,
diye içimden düşünüp şöyle diyorum;
-Hımm,
yine yüksek lisans tezini de yazarsın bir şekilde ama doktora çok
daha zaman isteyen, özgün ve bilimsel olunması gereken zor bir
süreç.
-Ama
ben zaten piyasada çalışıyorum ya, oradaki çalışmalarımı
kullanacağım.
Evet,
arkadaşın doktora tezinden anladığı, A Belediyesi Ek Binası,
canım benim yaa, doktora çalışması yöntemini yesinler! Mimarlık
literatüründe nasıl da büyük bir boşluk dolduracaksın şimdi!
Tabii ki yazamayacak, hatta ben yüksek lisans tezinden bile
şüpheliyim ama kendine bu kadar inanması gerçekten gözlerimi
yaşarttı. Daha neyi neden yaptığını, nasıl yapılması
gerektiğini bile kavrayamamış birinin kendini “yetkin” diye
tanımlaması, işte bunlar da hayatın komiklikleri işte.
Böyleleri de olmasa, hayat tatsız olurdu. Şunun şurasında 25 yaş
krizindeyim, zaten çok gülünecek bir şeyler bulamıyorum etrafta!
Mesela o girmemiş 25 yaş krizine falan, neden? Çünkü yaşadığı
şartlara adapte olmuş, ya da zaten ona uygun şartlarmış, düzeni
sorgulamamış, düzen ondan ne bekliyorsa onu vermeye kendini adamış
ve daha farklı renkleri göremeyecek kadar da vizyonsuz ve belki de
aptal da ondan!
Bir başka komedi de, bunca zaman eğitim hayatım boyunca
isimlerinden saygınlıkla söz edilen bazı okullara başvurup,
kabul alıp, daha sonra bu okulların saygınlıklarını sorgulayıp,
gitmemeyi istememe neden olacak bir sürece girmem oldu. Üniversite
eğitiminin, kesinlikle bir ticarete dönüşmüş durumda olduğunu
anlamış bulunuyorum. Bu süreç içinde, Türkiye'de yurtdışı
yüksek lisans eğitimi için TÜBİTAK tarafından sadece 13 kişiye
o da doktora da içinde olmak üzere burs verildiğini gördüm.
Bakın, bütün Türkiye'den sadece 13 kişi! Verilen burslar da
Moleküler Biyoloji (genel başlıkta toplamak gerekirse). Söylemleri
şu olsa gerek;
-Türkiye'nin
kesinlikle sanat, sosyal bilimler ve hatta mühendislik bilimlerinde
ilerlemeye ihtiyacı yoktur, fakat kanserin çaresini bulsanız iyi
olur!
Bunun
dışında zaten TEV diye adlandırılan kurumun verdiği kredi var
ki, verdiği parayı da sonra ödemek zorundasınız. Ama o bile,
sadece 5 kişiye bu olanağı sağlıyor. Yani yüksek lisansa gitmek
istiyorsanız, bu 18 kişi arasına girseniz iyi olur! Fakat, bütün
bu bursları alsanız bile, görüldüğü üzere üniversiteler,
astronomik okul ücretleri ile zaten paran varsa gel oku,
becerebilirsen de bir yerlere gelirsin kafasında. İnsan düşünmeden
edemiyor, ben zaten o kadar zenginsem her şekilde ünlü olup kendi
işimi kurarım. Yani okulun bana kattığı fazladan bir şey olmaz!
Ki olmadığına da emin oldum. Bu yüzden, mimarlık literatürünün
de aslında çok sağlam olmadığını düşünüyorum.
Bazen
düşünüyorum, sanırım hiç bir zaman o yukarıda bahsettiğim
çocuk kadar tamamlanmış hissetmeyeceğim kendimi, her zaman
sorgulayacağım, doğru kabul edip ya da kabullenip oturmayacağım.
Yani
hayatım, muhtemelen şu an olduğu gibi bir 25 yaş krizi tadında
geçecek. Böyle düşünürsek, 25 yaş krizini şu şekilde de
tanımlayabiliriz; üniversite eğitiminin içinin boşaltıldığı,
çalışmaların bilimsel olmaktan çok reklam olarak görüldüğü,
eğitimin bir ticarete dönüştürüldüğü günümüzde, çalışma
koşullarının herkes için zor ve çalışma konularının tatmin
edicilikten uzak, genel zevke hitap eden, ona bile bazen edemeyen,
çok düşük standartlarla çok yüksek karlar amaçlanan projelerin
havada uçuştuğu, aslında kötü bir dünyada insanın, varolma
nedenlerini araştırması ve daha iyi ve adil bir dünya
arayışı/beklentisinin bir sonucu olarak bütün bu olguları
sorgulamasıdır.
1 comment:
seneye 30 yaş krizi geliyor :(((
hep 29 kalcam
Post a Comment