Her gün sosyal
paylaşım sitelerine düşen fotoğraflar insanı kendi türünü sorgulamaya itiyor,
tabii kendisini de…
Hadi itiraf edelim,
kendi ayağımızı çekmenin ve bunu paylaşmanın gerçekten bir anlamı var mı? Ama
bir yandan da karşı konulmaz bir cazibesi olduğunu kabul edelim. Yani ister
doktora yapalım, ister herkes yerine herkez yazalım, sonuçta hepimizin, ucundan
kıyısından da olsa, bir ayak fotoğrafı paylaşmışlığımız vardır… Peki neden bunu
yapıyoruz ki? Bir insan neden aynada kendini çekip bunu paylaşır ki? Bu, ben de
buradayım bakın deme arzusu mudur?
Neyse, bugünde konuşacağımız bu konular olsa da, beni asıl düşündüren, bundan 100 yıl sonra bizim için ne düşünecekleri.Yani 2010’lu yıllar ne ifade edecek insanlar için…
Neyse, bugünde konuşacağımız bu konular olsa da, beni asıl düşündüren, bundan 100 yıl sonra bizim için ne düşünecekleri.Yani 2010’lu yıllar ne ifade edecek insanlar için…
Geri dönüp baktıklarında,
bir sürü ayak, sofra, kek, kedi yavrusu paylaşımları bizi nasıl
tanımlayacak. Yani bu paylaşımlar kaybolmuyor ki, 2114’te
sosyologların, tarihçilerin falan topladığı bilgiler şöyle mi olacak, ( en çok
beğeni alan fotoğraları inceleyecekler tabii ki, en çok tercih edileni):
Göz kırpan bir “selfie”
ve altına yorumlar,
-Çok güzelsin, kalp!
-Her halin güzel
canım, kalp kalp!
-Çok tatlısın ;)
Bunlar bizi nereye
götürür , bilemem. Aslında biz biraz şanssızız bu konuda ve henüz farkında da
değiliz. Şöyle ki, hani hep şu dönemde dünyaya gelseydim keşke, ne kadar romantik, ne
kadar güzel yıllarmış o yıllar gibi bir nostalji tutkusu vardır ya… Evet bakınca cidden
bir tadı var, ne bileyim, dönelim bir 1900’lerin başına bakalım mesela:
Birinci dünya
savaşı başlamak üzere, 3 yıl sonra Bolşevik Devrimi olacak, Caz yepyeni bir
müzik türü, Franz Kafka, Virginia Wolf, Marcel Proust okunuyor, Bertold
Brecht’in ilk şiirleri yayımlanıyor, mazurka, kadril ve polkaların yerini,
tango ve fokstrot alıyor, Sanayi Devrimi’nden sonra ortaya yeni bir sosyal
sınıf çıktı, orta sınıf… Geleneksel yaşam tarzı yavaş yavaş açılmış ve Paris’te
Belle Epoque (Güzel Dönem) diye adlandırılan bir dönemin sonuna geliniyor,
birinci dünya savaşının başlamasıyla…
Poster sanatı bir gelişmeye başlamış, Kübizm, Sürrealizm, Konstrüktivizm sanat
akımları gelişmeye başlamış…
Elimizdeki verileri
nereden topluyoruz, o döneme ait edebi eserlerden, gazetelerden, belgelerden,
fotoğraflardan, sanat eserlerinden falan değil mi? Yani bizim gibi sıradan
insanların sıradan zevklerini ortaya koyan bir belgeleme düzeni yok! Onlar
yaşadılar ve isimleri bile duyulmadan ölüp gittiler… Basit zevkleriyle birlikte, tabii ki! Biz bunu bilmeden, sadece dönemin en rafine yani günümüze
gelen en rafine unsurları ile 1910’ları tanımlıyoruz.
Ama şimdi bu sosyal paylaşım ağında gezinen bunca bilgi ve belge sosyal bilimlerin bir konusu olmalı!
Ama şimdi bu sosyal paylaşım ağında gezinen bunca bilgi ve belge sosyal bilimlerin bir konusu olmalı!
Böylece toplumun
bütün bilgisizliği gözler önüne serilip, aslında dönemden döneme küçük bir
parça insan grubu dışında, geri kalan insanlığın en ufak bir değişim bile göstermediğine
varabilirler mi?
Demek istediğim, 1910’ları,
Falih Rıfkı Atay’dan dinlerken, 2010’lar da Hüseyincan bir materyal sunuyor
yani! Belki 1910’larda da bir Hüseyincan türevi vardı, ama bilmiyoruz ve bize
bu Hüseyincan o zamanlar da hiç var olmamış gibi geliyor.
Belki de insan sırf bu yüzden keşke o dönemde yaşasaymışım diye düşünüyor, çünkü dönemi hep
en kaliteli kişilerin işlediği şekilde değerlendiriyoruz. Fakat,toplumu kendini
ifade ettiği biçimlerde değerlendirileceği günler yakındır… Sonuçlarının ise ne
olacağını hiç bilemeyiz!
İşte bu yüzden sevgili 2114, sen bu satırları okurken, ben gitmiş olacağım, ama şunu bil ki, biz bu sosyal paylaşım çılgınlığının ilk kurbanlarıyız. Bunun farkına vardığımızda belki çok geç olacak evet ama ne yapalım, insanlık hali oldu bir kere!
No comments:
Post a Comment