Bir markaya
bağlanma durumu nedir? Marka yaratma, marka olma, markayı kullanma durumları.
Etrafımıza baktığımızda, kendini bir marka üzerinden tanımlayan bir çok insan
var, ya da herkes bir şekilde bir markayı kullanarak kendindeki bazı boşlukları
doldurmak istiyor.
Hep konuşulur ya
tüketim toplumu falan diye. Aslında bu tüketim toplumunun temelinde, kendine
güvensiz insanlar mı yatıyor? Geçen gün biriyle tanıştım, bir tekstil
firmasında çalışıyormuş, ben de o markanın ürünlerinin neden o kadar pahalı
olduğunu, bir takım nedenleri söyleyerek bu yüzden oradan alışveriş etmediğimi,
çünkü bunu mantıklı bulmadığımı söyledim. Verdiği cevap kısaca; marka yaratma
çabası oldu. Yani, fiyatların pahalı olmasının sebebi, kalitesinden veya başka
özelliklerinden değil, marka olmaya çalışması. O ürünü almak, tüketici için
kendindeki eksiklikleri tamamlayacak bir yol, yoksa kullanım, kalite ve “değer”
olgularını hiç düşünmeden, alışveriş yapıyor. Çünkü markaya sahip olmak
istiyor. Yine söylediğine göre, tüketicilerin büyük bir kısmı bu şekilde alışveriş
yaptıkları için, fiyatı istediğin kadar yükselt, o ürün satılıyor.
Böyle bir denge söz
konuymuş yani. Tabii bu bilinen bir şey aslında. Psikolojik ve hatta sosyo-psikolojik
bir durum. Kapitalizmin en temel dinamiklerinden biri de, insan olarak
duyduğumuz bu beni sevin, bana saygı duyun, bunun için bu markayı kullanmaya
ihtiyacım var zayıflığı. Hatta bırak başkalarını, kendi kendine saygı duyması
için bile o markaya ihtiyacı var insanların.
Nerden mi
biliyorum? Tabii ki kendimden, nereden olacak!
13 yaşımda, yani
7.sınıfı bitirdiğim yaz, basbayağı, kapitalizmle tanıştım. Her yaz olduğu gibi
o yaz da yazlığa gittim yaz tatilini geçirmek için. Bütün gün bisiklet sürmek,
denize girmekten başka bir amaç da gütmüyordum, derken bir takım arkadaşlar
edindim. Marka kavramıyla ilk olarak onlar sayesinde tanıştım. Meğer, marka
denilen bir şey varmış, spor ayakkabı dediğin DKNY olmalı, okul ayakkabılarının
vazgeçilmezi George Hogg (böyle topuğundaki yeşil çizgisinden anlaşılacak, bir
de altındaki metal markası), Diesel, Calvin Klein, Tommy vs. vs., bütün gün
bunlar konuşuluyor ve ben bunları ilk kez duyuyorum tabii. Birden kendimi
kaptırdım, onlardan önceki arkadaşlarım, hayatım bir sönük geldi gözüme. Hemen
harekete geçtim tabii, sırf marka diye bir bluze verdiğim paranın nasıl içime
oturduğunu bugün bile hatırlıyorum. Ama yok, buluştuğumuzda giyeceğim falan
onu, böylece, yeni sosyal ortamımda sevileceğim, daha çok sevileceğim, daha
değerli olacağım ya! Derken, liseye başladığımda, birden dank etti, çok saçma
geldi bütün bunlar, ama yine bir süre daha sürdü, azalarak bitti. En azından,
bayağı aza indi diyeyim, artık bir şeyi alırken, baktığım parametreler çok daha
farklı. Tabii, büyüdükçe, arkadaş çevren de değişiyor, arkadaşlarında aradığın
özellikler farklılaşıyor, farklı insanlarla tanışıyorsun, onlarla daha çok
eğlenmeye başlıyorsun, kendini daha çok tanıyorsun, neyi isteyip, istemediğini
daha net biliyorsun. Kişiliğin oturuyor veya oluşuyor, işte bütün bunlar
etkiliyor seni. Böylece markaya ya daha çok ihtiyacın oluyor, ya da daha az.
Tabii bu durumun,
çok daha farklı boyutları var, mesela, günlük 1 dolara çalışan çocuklar gibi…
Zaten bu yüzden bu kadar karşı çıkılıyor, yani marka yaratmak, pazara sunmak,
en fazla kârı elde etmek, sonunda emek sömürüsünü de beraberinde getiriyor. Yoksa
senin para harcamanda bir sorun yok! İstediğin kadar harca, kim karışır! Fakat,
kârın arttıkça artması gerek, bunda bir sınır yok, nasıl fiyatı durmadan
arttırıyorlarsa, maliyeti de durmadan düşürmek istiyorlar, amaç para kazanmak,
ama daha çok para kazanmak değil mi?!
Peki, Afrika’da,
Asya’da sömürülen insan gücünden bahsedip, onlarla her daim empati kurduğunu
iddia eden insanların, sırf marka olduğu için belli bir ürünü tercih
etmelerindeki çelişki ne olacak? Kapitalizmi seviyorsun, bunu kabul et, sen de
rahatla, biz de rahatlayalım ama değil mi? Arabeskçesini söyleyecek olursak; ya
sev, ya terk et!
Ama hayır, o
telefona, o bilgisayara, o gözlüğe falan o parayı veriyorsan, her gün sosyal
paylaşım sitelerinde, yok şuradaki adaletsizlik, buradaki sömürü falan bunları
paylaşma, buluştuğumuzda lütfen bunları anlatma, olmuyor yani! Hem komik, hem
de yalan çünkü! Yoksa, benim de seni yargılayacak halim yok, ben ne kadar
farklıyım sanki! Ama hiç olmadı, biraz özeleştiri yapmayı öğrendim. Yoksa hiç
birimiz, Friedrich Engels değiliz…
No comments:
Post a Comment