Amerika’ya hiç
gitmedim ama bu sene yüksek lisans başvurusu yapmak için, üniversitelerini
etraflıca araştırdım. Orada aradıkları tek özelliğin aslında, farklı olmak
olduğunu gördüm. Farklı olmak, kendine özgü olmak, başkalarının
düşünemeyeceğini düşünmek en paha biçilmez mücevher olmak gibi bir şey onlar
için. Çünkü farklı düşünen adam, Apple’ı kurabilir, farklı adam Facebook’u
yaratır, farklı adam bilgisayarları kişisel hale getirmenin gerekliliğini ve bu
büyük pazarı görür. 4.00’e yakın hatta 4.00 ortalamalarla kabul edilmeyen
insanlar var, önemli olan sana verileni yapmak değil, senin olanı yapmak çünkü.
Ben Amerika’ya gider
miyim gitmez miyim bilinmez ama bu bakış açısı, kısaca fırsatçılık,
girişimcilik onları bugünkü konumlarına getirmiş bulunmakta. Bugünkü konumları
ise, en basit haliyle herkes bir Amerikan dizisi izliyorsa (filmleri zaten
geçtik de), hala en çok tercih edilen bilgisayar ve akıllı telefon, tablet
markası (pahalı olmasına rağmen) Apple’sa, herkesin facebook hesabı varsa -hamburger,
Cola, mısır gevreği, bu örnekler hayatımızın öyle her yerindeki, benim tek tek
sıralamama gerek yok- adamlar farklı bir şey yapıyorlar demek ki. Bence şunu
yapıyorlar; fikirlere ve bireyselliğe son derece değer veriyorlar. Bu onlar
için önemli, Türkiye’de ise tam tersi, sen ne kadar sıradan ve uyumluysan, ne
kadar genel geçersen değerin o denli artıyor. En basit örnekle, iş yerinde,
orada verilen işi ne kadar uygun yapacağınız önemlidir, sizin ne katacağınız,
nasıl yaralı olacağınız değil. Verilen işi ne kadar sürede, ne kadar doğrulukla
yaparsınız. Farklı insan belli kalıpların dışına çıkmak ister, bu elinde
değildir, bu insanı doğru kullanırlarsa –ki bu da yine farklı olmayı
gerektirir- işte o zaman piyasayı siz belirlersiniz, diğerleri sizin
sisteminizin birer parçası olarak kalır. Bu her alanda böyledir.
Ama bu karakter
meselesi, düşünüş biçimi meselesi, değişir mi, bilmiyorum, pek umudum yok bu
konuda, ama değişmesi için elimden gelen gayreti göstereceğim.
İkincisi kendi
mesleğimle ilgili bir eleştirici olacak. Bu fark yaratamama özgün olamama konusuna
yine burada yinelemekle beraber, ikincisi de etik olamamakla ilgili. Ne yazık
ki, Türkiye’de mimarlık anlamında tek tük örneklerin dışında değerli ve özgün
olan bir ürün olmadığı gibi, ahlaklı ve adaletli bir sektör anlayışı da yoktur
(eğer çok nadir olarak varsa da onları tenzih ederek konuşuyorum). Ahlaklı
değildir; çünkü ne yazık ki, kanunda açıkça sigortasız eleman çalıştırılmaması
gerektiği halde ve bu bir insan hakkı ve çalışan hakkı olduğu halde, mimarlık
ofislerinin büyük bir çoğunluğu hala yanında sigortasız eleman çalıştırmakta ve
iş görüşmelerinde sigortasız çalışmayı teklif etmektedir. Bunun yanında,
adaletsizdir; çünkü, çalışma süresi bir gün içinde en az 8 saat olması
gerekirken, daha fazla çalışıldığında, fazla mesai ücreti ödenmesi gerekirken,
hala mimar olarak yanlarında çalıştırdıklara elemanları, fazla mesai ücreti
ödemeden bir günde en az 9-10 saat çalıştırmayı kendilerinde hak görüyorlar ve
bunu doğal karşılıyorlar. Ayrıca, TMMOB’un belirlediği minimum ücretin yarısına
adam çalıştırmayı düşünebiliyorlar, ki bu da asgari ücretin altındadır. Ayrıca adaletli
maaşı veremeyeceği için değil, vermek istemediği için, mimarlık ofisi sahibi
daha fazla kazanmak istediği için vermiyor, bu da bir gerçek. Görüldüğü gibi,
mimarların, sosyal adalet konularında atıp tutması resmen komedi, hele
Belediyeleri, rant için kenti mahvetmeleri konusunda eleştirmeleri iki
yüzlülüğün dik alası. Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol, aksi takdirde
o hep dalga geçtiğin, suçladığın müteahhitler senden daha dürüst bu da bir
gerçek ve senin bilmen gerekiyor.
Şimdi, ben
üniversite mezunuyum. Hem de alanında Türkiye’de birinci sırada öğrenci alan
bir okulun. Türkiye’nin en iyi birkaç üniversitesinden birinden mezunum. Artı
şeyleri hiç yazmayacağım, ben asgari ücretin altına, sigortasız bir şekilde,
haftada en az 60 saat çalışarak mesleğimimi yapayım, yoksa gidip bir yerde
garson olarak işe girip, en azından asgari ücret + yol + yemek + sigorta ve
haftada 40 saat (kesin yani fazla çalıştırma hakları yok çünkü) çalışayım? Yani
mantıklı olan ikinci seçenek değil mi? O zaman zavallı devlet beni bunca sene
ne diye okuttu? Garson olayım diye mi? Devletin parasıyla çok iyi bir
üniversite eğitimi aldım, lise eğitimi aldım, ortaokul, ilkokul, yurtdışında
bir sene yine devletin parasıyla okudum, artı ailem bu kadar sene beni okuttu,
yazık değil mi? Milletin vergisi boşa gitti! Bekleniyor ki, ben bu öğrendiğim
bilgilerle, profesyonel anlamda ülkeyi ileri götüreceğim, nitelikli ürünler
yaratacağım, ekonomiye katkı sağlayacağım? Nasıl yapacağım güzel kardeşlerim?
Türkiye neden mi
hala üçüncü dünya ülkesi? İşte tam da bu yüzden üçüncü dünya ülkesi, çünkü
bilgi üretimi Türkiye’de YA-PI-LA-MI-YOR! Ne yazık ki! Artı milletin vergisi,
üniversitelerde boşuna çarçur ediliyor, bu ülkede herkes, taksici garson,
hademe, temizlikçi, işletmeci gibi bilgi birikimi ve akademik çözümleme bilgisi
olmayan işlerde daha rahat kazanıyor ve
sosyal güvence elde ediyor.
Madem mimarlık bu
kadar ucuz bir uzmanlık, o halde bir önerim var; mimarlık bölümlerini toptan
kapatın! Nasılsa, öyle veya böyle bir teknik lise mezunu da yapamaz mı bu
projeleri, o kadar bile değer verilmiyor esasen mimarlık mezunlarına ama hadi
neyse, o zaman bu kadar öğretim üyesi boşuna para yemez, devlet bütçesinden
büyük bir yük kalkar, mimar olacağım diye tutturan öğrenciler, o puanla
mühendis olurlar, işletme okurlar, ailelerin ve devletin emeği ve parası boşuna
gitmez. Bunu yazmak bir mimar olarak ne kadar utanç verici olursa olsun, bu
tabloya bakılırsa gerçek ne yazık ki.
Ama şu da unutulmamalıdır
ki, bugün İstanbul denince akla ilk gelen şey hala Ayasofyadır, Paris deyince
Eiffel kulesi, Roma deyince Colosseum, Barcelona deyince Sagrada Familia, Mısır
deyice Piramitler … Ne çılgın projeler, ne tüp geçitler, ne plazalar, ne
plazalardaki şirketler, ne toplu konut siteleri, ne rezidanslar, ne alışveriş
merkezleri… Mesela, Ayasofya’yı yıkın, İstanbul ne kaybeder, bir düşünün, bence
kimliğini kaybeder, peki, Sapphire’i yıkın, İstanbul ne kaybeder, para
kaybeder. Mimarlık eğitimi olmazsa, mimarlık pratiği olmazsa işte bizde
Ayasofyasız İstanbul gibi kalırız. Çünkü mimarlık sosyal bilincin ve
gelişmişliğin bir göstergesidir, hatta sosyal bilimlerle mühendislik
bilimlerinin bir birleşimi, mimari sizin sandığınızdan da fazla benliğinizi
etkileyen, yaşam tarzınızı belirleyen, toplum kimliğini, sizin bireysel
kimliğinizi, çalışma azminizi, hayata bağlanmanızı bile etkileyen bir unsurdur.
Bu mimari, nitelikliyse bütün bu saydıklarım da o denli nitelikli olur. Ancak
nitelikli toplumlar, ekonomiye yön verir. Nitelikli toplumlar, nitelikli mimari
üretir, kimliğini mimari üzerinden yazar. Nitelikli mimari de ancak akademik
eğitim ve sağlam bir meslek etiğiyle olur.
No comments:
Post a Comment