Demokrasi demokrasi diyoruz, demokrasi lafından
daha fazla duyduğumuz bir şey bugünlerde. Ya da belki de ülke kurulduğundan
beri. Bir demokrasidir gidiyor? Peki nedir bu demokrasi, yenilir mi içilir mi?
Güzel bir şey, iyi
bir şey heralde ki, herkesin ağzında, değil mi? Çok kaba olarak şöyle
diyebiliriz, halka dayanan bir yönetim biçimi. Temel olarak, bir ülkede
sınırları içinde yaşayan ve o ülkenin vatandaşı olan kişilerin tümünün eşit haklara
sahip olduğu bir düzendir.
Peki ülkemizdeki
durum da böyle mi? Biz demokratik bir ülke miyiz? Ya da demokratik bir ülke değil
miyiz? Garip bir durum ama her iki sorunun da cevabı hem evet hem hayır? Yahu
nasıl olur, bir şey ya vardır ya yoktur diyorsunuz değil mi? Biz demokratik bir
ülke değiliz ama demokrasi duyarlılığı olan bir ülkeyiz, demokrasi özlemi olan
bir ülkeyiz, demokratik bir yönetiminin tam da tersi yönetimleri benimsemiş her
hükümetin, “demokratiğiz” demek zorunda hissettiği bir ülkeyiz. Mesela bilirsiniz,
ABD’de iki parti vardır, demokratlar ve muhafazakarlar. Bir muhafazakar ben
demokratım der mi? Demez, adam muhafazakar çünkü. Ama güzel ülkemde
muhafazakarlar bile çıkıp, demokrasiden dem vuruyorsa, “muhafazakar demokrasi”
demek zorunda kalıyorsa, demek ki muhafazakar toplumda bile bir demokrasi özlemi
var!
Bu durumda, Türkiye
demokratik değildir diyip, ezip geçmemek lazım. Alacağı daha çok uzun bir yol var,
doğru! Bugün savaşlarla yakılıyıp yıkılan orta doğunun da tek umut ışığı
Türkiye’dir. Sürekli düşüp, yaralanan, hastalanan, bazen nefes alacak mecali
bile kalmayan demokrasimiz yaşıyor, ama ölmedi. Zor dünyaya geldi. İlk önce
küvezde yaşama tutundu. Sonra, çok da zor bir çocukluk geçirdi. Savaşın
kenarında durdu, darbeler yedi, hastalandı, yaralandı, kemikleri kırıldı. Ama o
inatçı çıktı. Şimdi, genç biri, çocukluğunda olduğundan daha az kırılgan olsa
da, başına gelenlerin ardı arkası kesilmedi ama hala savaşmaya devam ediyor.
Demokrasi Türkiye’de
yaşamak için savaşa dursun; hemen yanında korkunç bir savaş oluyor. İnsanlar
öldürülüyor, hem de masum insanlar. Sadece Ortadoğu’da doğmaktan başka suçu
olmayan insanlar. Onlar için yaşam bir pamuk ipliğine bağlı, şehirler
bombalanıyor. Tek dertleri, o günü ölmeden, yaralanmadan kotarmak olan bu
insanlar neden bunu yaşıyor? Savaş orada neden hiç bitmiyor, bütün dünya orada;
3.Dünya Savaşı yıllardır sürüyor o topraklarda ve doğu batı her ülkenin askeri,
oradaki kirli çıkar savaşlarının içindedir. Tarih daha sonra, Afganistan’da,
Irak’da, Suriye’de, Libya’da, Filistin’de ve daha nice coğrafyalarda süren bu bitmek
bilmez savaşı 3.Dünya Savaşı diye yazacak! Peki neden bu ülkelerde oluyor bütün
bunlar? Diyeceksiniz ki, oradaki doğal kaynaklar falan filan. Avrupa’da yok mu
sanıyorsunuz, Kanada’da, Avusturalya’da yok mu doğal kaynaklar, var. Bu savaşın
orada olmasının tek sebebi, demokrasinin olmamasıdır. Hiçbir halk ülkesinde
savaş görmek istemez. Yarın uyandığımızda, aklımızda, okula gitmek, derse
girmek, işe gitmek, gıcık olduğunuz arkadaşınıza ne laf söyleyeceğiniz varsa,
trafiğin durumu, havanın soğukluğu, gireceğiniz sınav, ödediğiniz kredi falan
aklınızdaki dertlerinizse, siz demokratik bir ülkede yaşıyorsunuz demektir. Demokrasinin
olmadığı ülkelerde, bomba sesleriyle uyanan insanlar, keskin nişancılar
tarafından her an vurulma tehlikesiyle karşı karşıya yaşamaya hayatta kalmaya
çalışıyorlar. Ve bugün o ülkelerden biri olmamamızın tek ve biricik nedeni,
Mustafa Kemal gibi bir liderin 1923 yılında kurduğu, çok önce hayal etmeye
başladığı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.
Eğer Mustafa Kemal olmasaydı, Türkiye
coğrafyasında muhtemelen 5, 6 devlet olacaktı ve bugün aynı ofise gittiğimiz,
aynı okuldan mezun olduğumuz, buluşup eğlendiğimiz arkadaşlarımızla savaşıyor
olacaktık. Aldığımız arabanın, buzdolabının kredisini değil, silah sevkiyatını
falan düşünüyor olacaktık. Böylece, yanı başımızdaki demokratik toplumların
yaşamlarını da finanse ediyor olacaktık.
Savaş büyük bir ekonomik
gelirdir. Birileri için, uğrunda öldürmeye ve ölmeye değer idealler yaratılır ve
silah piyasasına yön verilir. Demokratik toplumlarda bunu yutturamazsın, kimse
ölmek, öldürmek istemez, ama tek adama dayalı yönetime sahip ülkelerde, ne
yazık ki halkın bunu yaşamaktan başka çaresi yoktur. İşte Mustafa Kemal’i bize
bu şansı verdiği için hayatımı ve kişiliğimi borçlu hissediyorum.
Demokrasi bütün
halkların özlemidir. Biz yaşam savaşı veren bir demokrasiye sahibiz, onun
ölmesine izin vermemeliyiz. Her bir birey, ne düşünürse düşünsün, neye inanırsa
inansın, demokrasiyi savunmalıdır, çünkü inandığı hayatın güvencesi demokrasi
olacaktır. Hatta radikal bir dinciyse de bile demokrasiyi savunmalıdır, çünkü
gün gelip güç başkasına geçtiğinde kimsenin ona sen niye bu hayatı yaşıyorsun
deme hakkı olmamalıdır, tabii kendi yarattığı canavar bütün ülkenin üstüne
çöküp, bütün hakları yemediyse, aynı İran’daki gibi.
Bugün bu yazıyı
yazdım, çünkü Türkiye çok kritik bir zamanda. Yine bir sınav veriyor. Aynı
zamanda Batı’da Türkiye ve Ortadoğu’yla ilgili bir sınav veriyor. Türkiye ya
demokrasiyi büsbütün yitirip, tam da Batı’nın istediği gibi ve daha önceden
planlandığı gibi birkaç göstermelik devlete bölünüp, 3.Dünya Savaşı’na
katılacak ve Batı’nın savaş ekonomisine katkı sağlayacak ya da hiö de istenmeyen
gibi tam demokratik bir toplum olarak Ortadoğu’ya umut vermeye ve gün
geldiğinde bu savaş ekonomisine hep birlikte dur demeye muktedir olacak. Batı
derken, Batı halklarını kastetmiyorum tabii, aman yanlış anlaşılmasın, ben
orada aslında paraya yön veren bir ittifaktan bahsediyorum. Tabii bunlar benim
bu yaşıma kadar görüp, okuyup yorumladığım düşüncelerim. Ben dünyadaki herkesin
eşit haklara sahip olmasını savunuyorum, kimse doğduğu coğrafya nedeni ile hayata
yenik başlamamalıdır. Afrika’da insanlar açlıktan ve hastalıktan, Ortadoğu’da
mermiden ve bombadan ölüyorsa; bunun vebali herkesin üstündedir. Eminim Türkiye’deki
bir çok insan da bu fikirde, bu yüzden umutluyum. Umutlu olmak istiyorum.