Reşat Nuri Güntekin’in
1922’de yayınlanan romanı, Çalıkuşu, benim için çok özel bir romandır. Kimin için
değildir ki?
İlk olarak 12
yaşında okumuştum. 6.sınıfa gidiyordum. O kadar etkilenmiştim ki! Okuyan kimi etkilememiştir? Yazıldığı döneme bir bakalım, Kurtuluş Savaşı devam ediyor.
Ülkemiz hala düşman işgali altında, ama bir yandan da umut dolu aydınlık bir
gelecek göz kırpıyor, yeni bir ülke, yeni bir gelecek parlıyor. Yıllarca
savaşlarla, ölümlerle, yıkımlarla umutsuzluğu en somut haliyle görmüş ona
dokunmuş bir halktan söz ediyoruz. İnsanın ülkesinin yıkılmasını görmesi çok
çok acı bir şey olsa gerek, daha dün gelen işgalci kuvvetlerin, bugün sizin
evinizden alıp götürmesi, kendi sokağınızda dahi dolaşamamak, evden dışarıya
çıkmaya utanmak nasıl bir duygudur? İnsan bu duyguyla nasıl yaşar? Biz şimdi bunu anlayamayız, anlayamadığımız
için bugün yorum yapmak o kadar kolay ki, ama 1920’lerin Türkiye’sindeki durum
tam da buydu. Bir yandan da yeni meclis, yeni ülke, yeni yönetim ve Kurtuluş
Mücadelesi insanları büyülüyor, en zor zamanlarda bile hayal etme gücü veriyor,
umut veriyordu. İşte Çalıkuşu böyle bir dönemin eseridir.
Kitabın kahramanı
Feride yani namı diğer Çalıkuşu, İstanbullu varlıklı bir ailenin, iyi eğitim
görmüş kızıdır. Kuzeni Kâmran’a aşıktır ve tam evlenecekleri sırada Kâmran’ın
bir ilişkisinin ortaya çıkması sonucu, bavulunu toplayıp evden ayrılır. Aldığı
diploma sayesinde öğretmenlik yapabilme hakkı vardır ve Maarif Müdürlüğü’nden
(Milli Eğitim Bakanlığı) görevlendirilip, öğretmen olarak Anadolu’ya gider. Ve
Çalıkuşu’nun macerası başlar. Halkı yakından tanımaya başlar, cehalet had
safadadır, bu yüzden yanlış inanışlar, bağnazlık, baskı alıp başını yürümüştür.
Çalıkuşu, bu cehalete karşı Türkiye’nin aydınlık yüzüdür, ilçe ilçe, kasaba
kasaba, köy köy dolaşır ve cehaletle savaşır. Başına türlü işler gelir ve
kadın olması da bu durumu kat kat daha zorlaştırır. O dönemde değil kadın
öğretmenlerin, erkek öğretmenlerin bile gitmeye çekindiği Anadolu’yu Feride’ye
bir öğretmen olarak dolaştıran Güntekin, aslında hayalini kurduğu Türkiye’yi Feride ile simgeselleştirmiştir.
Romanın kahramanı neden
bir erkek değil de kadındır, hatta bir genç kızdır? Bütün bu hikayeyi pekala
Kâmran karakteri de yaşayabilirdi? Anadolu’ya gider cehaletle savaşırdı? Ama
hayır, aydınlanma tam olmalıydı ve kadınlardan başlamalıydı, yıllarca
erkek-egemen bir toplumun en dipteki varlığı kadınlar, yeni ve aydınlık
geleceği kuracaklardı. Bu yüzden karakterin kadın olması çok önemliydi! Hatta
ve hatta romanı çarpıcı kılan, Kâmran'ın iddiasız, daha naif bir karakter, Çalıkuşu ise idealist
genç bir kadın olmasıdır. İşte Çalıkuşu, aydınlık geleceğin müjdecisidir. O dönemde
yazılan en çarpıcı romandır. Kadının kapalı kapıların ardında,
çarşafın içinde, erkek ideolojilerine hapsoluşunu reddederek, sosyal hayatta en
etkin biçimde yer alma savaşında bir semboldür. Öyle ki, Mustafa Kemal Atatürk bu romanı Büyük Taarruz öncesinde odasından çıkmadan okuyup bitirmiş. Hatta bu
yüzden Büyük Taarruz’un birkaç gün geç başladığı bile rivayet ediliyor. Bu
bilinmez ama Sivas Milletvekili Mahmut Bey’in günlüklerinde 21 Ağustos 1922 ve
22 Ağustos 1922 tarihlerinde Atatürk’ün Çalıkuşu’nu okuduğu ve çok sevdiği
takdir ettiği yazıyor. İşte bağımsız ve aydınlık Türk kadınının hikayesi.
Bugün üniversite mezunu, kendine güvenli, hayattan birçok beklentisi olan genç bir kadınsam bunu Cumhuriyet ülküsüne borçluyum ve bu ülküyü paylaşan herkese, ama en çok da Mustafa Kemal Atatürk’e, bu hayatımda hiçbir zaman değişmeyecek bir gerçek.