Wednesday, October 16, 2013

Sanat Bazen Yazıldığı Gibi Okunur…

   Malum İstanbul, ülkemizin kültür başkenti, gerçekten de bir sanatseverin yaşayabileceği bir kent, son zamanlarda öne çıkan etkinliklerden 13. İstanbul Bienalini ve Sakıp Sabancı Müzesindeki Anish Kapoor sergisini  yakın zamanda gezdim, ama belirteyim, bienalin sadece antrepodaki sergisini gördüm. Bu iki sergi beni, benimle yani izleyenle(?) ürün üzerinden ilişki kurma biçimlerini düşünmeye itti. Bu iki sergi bence iletişim kurmada zayıf kalmışlardı. 
   
   İlk olarak, Anish Kapoor; bu sanatçının tercihinden, ya da küratörün tercihinden kaynaklanıyor olabilir ama Anish Kapoor sergisi sanki çok daha farklı sergilenebilirdi, o dinamizm eserlerde mevcuttu, ama son derece durağan ve sadece uzaktan bakmaya olanak sağlayacak şekilde, eserlere yaklaşma mesafesini belirleyen yerdeki kırmızı bantlara kadar düşünülmüş eski tip bir sergileme düzeni kullanılmıştı. 





   Halbuki eserlerdeki dinamizm o kadar yoğundu ki, insanın altına üstüne iyice bakası geliyor, karmaşık geometrilerini çözme isteği uyandırıyor, fakat bir tablo gibi tek yönlü sergileniş biçimi, öyle bir ilişki kurulmasına olanak vermiyor ve sizde tam anlamıyla ‘içte patlamışlık’ duygusu yaratıyordu. Ben olsam, eserlere dokunulması yasak olabilir, ama en azından aynalar kullanırdım ki; heykellerdeki çok güçlü eğrisel geometriyi ve bu geometrinin sonunda bir kara deliğe dönüşmesi, bu eğrisel formları yutması veya onları üretmesi veya her ikisini de gözlenir kılabileyim. Çünkü o eserin anlaşılması ve beni bir izleyici olarak tatmin etmesi için buna ihtiyacı var. Geometri eserin üstünde de altında da devam ediyor, ama göremiyorsunuz. Eserleri tanımlarken doğru kelimeleri kullanmadım belki ama eserler hakkındaki açıklamalar çok zayıftı. Bu yüzden kendimi suçlayamayacağım. Niye o kadar az metin vardı, bunu da anlamış değilim. Serginin bağlamını tam olarak anlayamadığımı söylemek zorundayım, üçüncü galeriye kadar bir bağlamı olduğunu bile anlayamadım. Oraya eserleri zaten bilen, daha önce görmüş, bağlama aşina biri gelmeyebilir, mesela benim gibi, bu kişilerle iletişim kurmayı kesinlikle düşünmemişler. 


Dragon, Anish Kapoor

  


Ayrıca, Anish Kapoor’un bir elyafın üzerine, pigment dökerek, yarattığı heykellerini kaplama (?) tekniği belli ki sergi için çok kritikti fakat bunla ilgili sadece ya çok küçük bir metin vardı, ya da ben oradaki görevliye ne olduğunu sordum, şu an hatırlayamıyorum. Elyaf (?) mıydı veya başka bir şey mi ondan da emin değilim, en azından, o teknik eserlerin yanında açıklanabilirdi, belki bir video belki izleyenlerin dokunacağı bir örnek yapılıp koyulabilirdi bilmiyorum çeşitli yolları vardır herhalde. Ayrıca üçüncü galerinin en sonunda bulunan, sanırım adı ‘ejderhalar’ olan eser muhteşemdi, ama keşke o pigment kaplamalı tekniğin yarattığı kadifemsi etkiyi görebilseydik. Sergi konularında daha önce çalışmış bir arkadaşım ışıklandırmasının yanlış olduğunu söyledi, ben bu konularda deneyimsiz olduğum için bilmiyorum ama bir izleyici olarak ben de tatmin olmuş değildim. 

   ‘Anne Ben Barbar Mıyım?’ sergisine gelirsek, çok etkileyici eserler vardı gerçekten. Özellikle girişte sergilenen, Jorge Méndez Blake’in  Şato (El Castillo) adlı eseri  çapıcı olduğu kadar basit, izleyiciyle hemen etkileşime geçen, sembolik olmasının yanında karmaşık olmayan net bir eserdi. Girişte sergilenmesi ise bence eserin güçlü mesajıyla örtüşüyordu. 


El Castillo



   Örülen uzun tuğla duvarın en altında, bu duvar örgüsünde düzensizlik yaratan bir Franz Kafka romanı, romanı görebilmek için eğilmek de esrin izleyicisiyle iletişim kurma biçimi açısından bir zenginlikti. Ama bu eser dışında, bu kadar etkilendiğim bir analog eser yoktu. Buna karşı videolar çok etkileyeciydi, hepsi olmasa da… Özellikle, Mika Rottenberg’in Sıkıştır (Squeeze) videosu, belki de Antrepo No.3’ün en çarpıcı ve güçlü eseriydi. 


Los Encargados
Sıkıştır
   




    Rottenberg'in yarattığı o makineyi bir maket de olsa görmek istedim. Jorge Galinda ve Santiago Sierra’nın Los Encargados videosu da çok etkileyiciydi.  Bu videoları izlerken, şöyle düşündüm, 15 dakikalık uzun videolar var, gerçekten izlemek istiyorum ama izleyemiyorum, çünkü sıkılıyorum, bir çoğunuz bilirsiniz, böyle bir sergiye gidildiğinde bir video gösterilecekse, karanlık bir odaya girilir ve o video oturularak ya da o önündeki beş koltukta yer kalmadıysa ayakta, bir duvara yansıtılan projeksiyondan izlenir. Ama öyle olmak zorunda mı? Özellikle bu kadar anlatacak çok şeyi olan bir videoyu neden içeriğine yaraşır bir biçimde daha çarpıcı şekillerde sergilemeyelim? Ya da bana neden öyle ulaşmıyor? Açıkçası ben olsam, Mika Rottenberg’in videosunu, çokgen bir odanın içine yapar ve belki altı yüzeye yansıtırdım, böylece videodaki, klostrofobik üretim makinesi etkisini çok daha fazla verirdim, izleyeci daha aktif bir durumun içinde bulurdu kendini… 

   Shahzia Sikander’in Paralaks anime enstalasyonu bu noktada çok daha fazla tatmin ediciydi. En azından mekan ve ekran kullanımı daha kendine özgüydü. 

Paralaks



   Videolardaki bu görüşüm, analog eserler için de aynı. Mesela Zbigniew Libera’nın  tabloları, bana, şayet ben o tabloların, referans aldığı durumları ve başka sanat eserlerini bilmiyorsam tek başlarına bir şey ifade etmiyorlardı… Söz gelimi, Shakespeare’den Afrika Masalları tablosu, aslında Nazi propoganda filmleri ile ünlü Alman yönetmen Leni Riefenstahl’ın Sudan’da 1962-77 yılları arasında Nuba kabilesi ile çekilen bir fotoğrafına referans veriyormuş. Belki birkaç eser için eve gelip, üzerine tekrar düşünmek, araştırmak eseri yorumlama açısından yararlıdır, ama bütün bir sergi için olanaksız.  En azından referansların açık olup, izleyiciyle iletişimsizliği ortandan kaldıracak bir sunum tasarlanması gerekliliğine inanıyorum, tabii sözüm yalnızca bu eser için değil. 


Leni Riefenstahl, Nuba kabilesinin
fotoğraflarını çekerken
Zbigniew Libera, Shakespeare'den Afrika Masalları

   




















   













    



    Benim düşüncemde, bu iki etkinlik küratörleri iletişim anlamında kendilerini tekrar gözden geçirmeli… Tabii sanatın iletişim içinde olması gerektiğine inanıyorlarsa… Bunlar bir izleyici, ziyaretçi olarak benim düşüncelerim tabii, profesyonel bir eleştirici yapacak birikimim yoktur ama ben de o sergiye gidiyorsam düşüncelerimin değeri vardır diye düşünüyorum... Yine de mutlaka bakış açınızı zenginleştiren, gidilmesi gereken sergiler, bu anlamda kendimi şanslı hissediyorum.

No comments: