Sunday, December 22, 2013

DEMOKRASİ…


Demokrasi demokrasi diyoruz, demokrasi lafından daha fazla duyduğumuz bir şey bugünlerde. Ya da belki de ülke kurulduğundan beri. Bir demokrasidir gidiyor? Peki nedir bu demokrasi, yenilir mi içilir mi?
Güzel bir şey, iyi bir şey heralde ki, herkesin ağzında, değil mi? Çok kaba olarak şöyle diyebiliriz, halka dayanan bir yönetim biçimi. Temel olarak, bir ülkede sınırları içinde yaşayan ve o ülkenin vatandaşı olan kişilerin tümünün eşit haklara sahip olduğu bir düzendir.

Peki ülkemizdeki durum da böyle mi? Biz demokratik bir ülke miyiz? Ya da demokratik bir ülke değil miyiz? Garip bir durum ama her iki sorunun da cevabı hem evet hem hayır? Yahu nasıl olur, bir şey ya vardır ya yoktur diyorsunuz değil mi? Biz demokratik bir ülke değiliz ama demokrasi duyarlılığı olan bir ülkeyiz, demokrasi özlemi olan bir ülkeyiz, demokratik bir yönetiminin tam da tersi yönetimleri benimsemiş her hükümetin, “demokratiğiz” demek zorunda hissettiği bir ülkeyiz. Mesela bilirsiniz, ABD’de iki parti vardır, demokratlar ve muhafazakarlar. Bir muhafazakar ben demokratım der mi? Demez, adam muhafazakar çünkü. Ama güzel ülkemde muhafazakarlar bile çıkıp, demokrasiden dem vuruyorsa, “muhafazakar demokrasi” demek zorunda kalıyorsa, demek ki muhafazakar toplumda bile bir demokrasi özlemi var!

Bu durumda, Türkiye demokratik değildir diyip, ezip geçmemek lazım. Alacağı daha çok uzun bir yol var, doğru! Bugün savaşlarla yakılıyıp yıkılan orta doğunun da tek umut ışığı Türkiye’dir. Sürekli düşüp, yaralanan, hastalanan, bazen nefes alacak mecali bile kalmayan demokrasimiz yaşıyor, ama ölmedi. Zor dünyaya geldi. İlk önce küvezde yaşama tutundu. Sonra, çok da zor bir çocukluk geçirdi. Savaşın kenarında durdu, darbeler yedi, hastalandı, yaralandı, kemikleri kırıldı. Ama o inatçı çıktı. Şimdi, genç biri, çocukluğunda olduğundan daha az kırılgan olsa da, başına gelenlerin ardı arkası kesilmedi ama hala savaşmaya devam ediyor.
Demokrasi Türkiye’de yaşamak için savaşa dursun; hemen yanında korkunç bir savaş oluyor. İnsanlar öldürülüyor, hem de masum insanlar. Sadece Ortadoğu’da doğmaktan başka suçu olmayan insanlar. Onlar için yaşam bir pamuk ipliğine bağlı, şehirler bombalanıyor. Tek dertleri, o günü ölmeden, yaralanmadan kotarmak olan bu insanlar neden bunu yaşıyor? Savaş orada neden hiç bitmiyor, bütün dünya orada; 3.Dünya Savaşı yıllardır sürüyor o topraklarda ve doğu batı her ülkenin askeri, oradaki kirli çıkar savaşlarının içindedir. Tarih daha sonra, Afganistan’da, Irak’da, Suriye’de, Libya’da, Filistin’de ve daha nice coğrafyalarda süren bu bitmek bilmez savaşı 3.Dünya Savaşı diye yazacak! Peki neden bu ülkelerde oluyor bütün bunlar? Diyeceksiniz ki, oradaki doğal kaynaklar falan filan. Avrupa’da yok mu sanıyorsunuz, Kanada’da, Avusturalya’da yok mu doğal kaynaklar, var. Bu savaşın orada olmasının tek sebebi, demokrasinin olmamasıdır. Hiçbir halk ülkesinde savaş görmek istemez. Yarın uyandığımızda, aklımızda, okula gitmek, derse girmek, işe gitmek, gıcık olduğunuz arkadaşınıza ne laf söyleyeceğiniz varsa, trafiğin durumu, havanın soğukluğu, gireceğiniz sınav, ödediğiniz kredi falan aklınızdaki dertlerinizse, siz demokratik bir ülkede yaşıyorsunuz demektir. Demokrasinin olmadığı ülkelerde, bomba sesleriyle uyanan insanlar, keskin nişancılar tarafından her an vurulma tehlikesiyle karşı karşıya yaşamaya hayatta kalmaya çalışıyorlar. Ve bugün o ülkelerden biri olmamamızın tek ve biricik nedeni, Mustafa Kemal gibi bir liderin 1923 yılında kurduğu, çok önce hayal etmeye başladığı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. 

Eğer Mustafa Kemal olmasaydı, Türkiye coğrafyasında muhtemelen 5, 6 devlet olacaktı ve bugün aynı ofise gittiğimiz, aynı okuldan mezun olduğumuz, buluşup eğlendiğimiz arkadaşlarımızla savaşıyor olacaktık. Aldığımız arabanın, buzdolabının kredisini değil, silah sevkiyatını falan düşünüyor olacaktık. Böylece, yanı başımızdaki demokratik toplumların yaşamlarını da finanse ediyor olacaktık.
Savaş büyük bir ekonomik gelirdir. Birileri için, uğrunda öldürmeye ve ölmeye değer idealler yaratılır ve silah piyasasına yön verilir. Demokratik toplumlarda bunu yutturamazsın, kimse ölmek, öldürmek istemez, ama tek adama dayalı yönetime sahip ülkelerde, ne yazık ki halkın bunu yaşamaktan başka çaresi yoktur. İşte Mustafa Kemal’i bize bu şansı verdiği için hayatımı ve kişiliğimi borçlu hissediyorum.

Demokrasi bütün halkların özlemidir. Biz yaşam savaşı veren bir demokrasiye sahibiz, onun ölmesine izin vermemeliyiz. Her bir birey, ne düşünürse düşünsün, neye inanırsa inansın, demokrasiyi savunmalıdır, çünkü inandığı hayatın güvencesi demokrasi olacaktır. Hatta radikal bir dinciyse de bile demokrasiyi savunmalıdır, çünkü gün gelip güç başkasına geçtiğinde kimsenin ona sen niye bu hayatı yaşıyorsun deme hakkı olmamalıdır, tabii kendi yarattığı canavar bütün ülkenin üstüne çöküp, bütün hakları yemediyse, aynı İran’daki gibi.


Bugün bu yazıyı yazdım, çünkü Türkiye çok kritik bir zamanda. Yine bir sınav veriyor. Aynı zamanda Batı’da Türkiye ve Ortadoğu’yla ilgili bir sınav veriyor. Türkiye ya demokrasiyi büsbütün yitirip, tam da Batı’nın istediği gibi ve daha önceden planlandığı gibi birkaç göstermelik devlete bölünüp, 3.Dünya Savaşı’na katılacak ve Batı’nın savaş ekonomisine katkı sağlayacak ya da hiö de istenmeyen gibi tam demokratik bir toplum olarak Ortadoğu’ya umut vermeye ve gün geldiğinde bu savaş ekonomisine hep birlikte dur demeye muktedir olacak. Batı derken, Batı halklarını kastetmiyorum tabii, aman yanlış anlaşılmasın, ben orada aslında paraya yön veren bir ittifaktan bahsediyorum. Tabii bunlar benim bu yaşıma kadar görüp, okuyup yorumladığım düşüncelerim. Ben dünyadaki herkesin eşit haklara sahip olmasını savunuyorum, kimse doğduğu coğrafya nedeni ile hayata yenik başlamamalıdır. Afrika’da insanlar açlıktan ve hastalıktan, Ortadoğu’da mermiden ve bombadan ölüyorsa; bunun vebali herkesin üstündedir. Eminim Türkiye’deki bir çok insan da bu fikirde, bu yüzden umutluyum. Umutlu olmak istiyorum. 

Thursday, December 19, 2013

Soru İşaretinin Ünleme Dönüştüğü O An

Bazı insanlar etrafında olup bitenleri anlamaya çalışırken, soru işaretleri üst üste gelir. 

Bu soru işaretleri;

Hiç durup düşünmüyorlar mı?
Neden kimsenin umurunda değil?
Hala bu fikri nasıl savunur? Bir fikrin dayanakları, nedenleri nasılları olmalı, onlar nerede?
Görmüyorlar mı? İnsan bunu nasıl görmemezlikten gelir? Niye?
Anlamıyorlar mı?
Anlamak mı istemiyorlar?
Bu kadar önyargılı ve kör nasıl olunur?
Neden biri bunu seçer?

Sonunda bütün bu sorular, cevapla buluştuğu noktada ünlemlere dönüşür.
Bu ünlemler önce şaşkınlık, sonra kızgınlık ve umutsuzluk belirtir.


İnsanları, sanırım, yapılan kötülükten çok kötülüğe göz yumulması ve kötülüğün  basitleştirmesi, meşru kılınması hatta ve hatta açıktan açığa desteklenmesi mahvediyor, yok ediyor, kırıyor ve bütün umutları yıkıyor, yaşam sevincini söndürüyor! 

Wednesday, December 11, 2013

Bırak Bu İşleri Devlet Su İşleri

Evet uzunca bir süre yazamadım, nedeni de yazmak istesem de kara şeyler yazacağımı düşündüğümden, eleştiriler, haksızlıklar gibi; ama zaten onları yaşıyoruz hepimiz, bir de kendim için bir kaçış noktası olarak gördüğüm blogumda olmalarına gerek yok diye düşündüm. Ama ne çare yine çok ama çok kara bir şey yazmaya mecbur oldum. İnsanoğlunun en karanlık yüzünden bahsedeceğim. En gizli, en mahrem anlarından, hiç de ‘cool’ olmadığı anlardan. Evet.
Mevlana’nın bir sözü var; herkes bilir :

-Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

Bunun popüler kültürdeki karşılığını da :

-Ya gel bana sahici sahici ya da anca gidersin! şeklinde sevgili Tarkan söylerdi, ahh ahhh! Heralde insanın en sahici olduğu zamanlar çocukluk zamanlarıydı. Çünkü “havalı” olma durumu, bir çevreye ait olma durumu henüz yoktu.

Geçenlerde okula uğradım bir işim için, okulu bitirip yüksek lisansa başlayanlar, bir adet kalın çerçeveli geniş gözlük edinmiş hemen, tez konusundan önce tez imajı gelmiş tabii. İmaj ne kadar önemliyse imajı korumak aynı derecede önemlidir. Misal, bağımsız film festivallerinde izlediğin, bir el kamerasıyla çekilmiş kötü bir filmin kötü olduğunu –hele ki, bilmem nerede iyi bir eleştirisi çıktıysa- iddia edemezsin. O festivale gitmeyi hiç istemesen de gitmemezlik edemezsin. Arkadaşlarının bir barda yaptığı abuk sabuk, ritmi bile olmayan bir şeyi ve sevmiş gibi davranmak,

-Abi çok alternatif bir tarz yaa, çok sevdim, deyip

-Herkes anlamıyor bunu, mainstream bir tarz değil yani bizim yaptığımız şey çok daha yeni, çok orijinal… diyen o çooook orijinal havalı arkadaşına,

-Aynen yaa, ben mainstream olan her şeyden nefret ediyorum zaten, herkes gibi olmak bana göre değil, diyerek onaylaman lazım. Ama sana acı bir şey söyleyeyim mi, sen bayağı herkes gibisin, herkes gibi çevre yapmaya çalışıyorsun ya da dümdüz, katıksız mainstream bir tipsin ve daha da acısı evet arkadaşın müzik yapamıyor, sen söyleyemiyorsun ya, bunu ona söyleyen kişi ama havalı biri olacak.

Bir zamanların klişesi, ben hiç magazin izlemem gibi, şimdi de ayy ben hiç Türk dizisi izlemiyorum yaa diyen bir kitle var. Türk dizisinin çok çevresinden dolanarak, konuyu dağıtmadan, yok diyorum yalan. Evinde televizyon varsa mutlaka izliyorsun, hatta böyle diyen bir tipin, Aşkın İnce Halleri falan adında bir Türk dizisi fanatiği olduğunu düşünürüm hep. Böyle bir dizi var mı bilmiyorum ama dalga geçmek için düşüneceğim isimlerden biri olana “Hıyanet Sarmalı” adında bir dizi reklamı gördüm metroda ve otobüs duraklarında, yani hiç olmadı insan bir kere merakından izler değil mi? Benim televizyonum olsa izlerdim kesin. “Ben hiç Türkçe müzik dinlemiyorum” da keza böyle, o zaman sorarlar adama, güya daha entelektüel şeyler ya da zeka seviyesi gerektiren şeyler mi yapıyorsun onun yerine, yooo! “Muhteşem Yüzyıl” izlemiyorsun da, bir Crossfire hastası mısın, hayır, “Game of Thrones” izliyorsun, yok Hande Yener dinlemiyorsun da, Billie Holiday mi dinliyorsun, yooo, Lady Gaga dinliyorsun. Eeee, yani çok da farklı değil bu söylediklerin. O zaman bence gel sen yaa bu söylemlerini değiştir ya da bunların seni havalı yaptığını düşünmekten vazgeç.

Gibi …


Hazır anmışken o zaman bir Billie Holiday şarkısını da paylaşayım, insanın kendi kendisine söyleyeceği en güzel şarkılardan biri:

When you’re smiling
The whole world smiles with you
When you’re laughing
The sun comes shining through
But when you’re crying
You bring on the rain

So stop your sighing, be happy again!