Forumlarda
falan görüyorum şimdi yeni bir tanım var "kezban", daha
doğrusu, bir tanım da değil, tanımı da yok. Daha çok "şey"
gibi cümle içinde kullanılıp, her duruma uyarlanabilecek,
erkeklerin kadınları aşağılamak için kullandıkları -genelde
de kendileri ile seks yapmak istemeyen kadınları aşağılamak
için- kullandıkları bir kelime. Şöyle ki, biri yazmış, ATM'de
para çeken kızın hareketi, biri yazmış müzik zevki, biri yazmış
dedikodu yapması, biri yazmış giyimi, biri yazmış mesaj atması,
biri yazmış mesaj atmaması falan falan. Çünkü, kısaca,
erkeklerin kendilerini reddedilmiş, ilgilenilmemiş, göz ardı
edilmiş, isteklerine cevap verilmemiş/istedikleri gibi cevap
verilmemiş her durumda, hınçlarını almak için buldukları en
iyi yol bu durumu yaratan kişiyi aşağılamaktır.
Doğulu
erkekler, ki hatta bazı Avrupa ülkeleri dışında her erkek belki
de, yetiştirilirken dünyanın merkezine koyulurlar. Bu açıkça
dillendirilmese bile, ki dillendirilmesi de gerekmez, sosyal
çevresinde erkeğe yüklenen rol hep baskın ve merkezde bir roldür.
En basitinden bir erkek, evde babasının ve diğer erkeklerin, kendi
işleri ile meşgul olduğunu, fakat buna karşın kadınların, evin
hizmet işleri ile de ilgilendiğini gözlemler ve kafasında kadına
ona hizmet etmesi gereken kişi imajını oluşturur. Bu fikir,
evrilir ve kadının onun isteklerine karşı olmaması gerektiğini,
ne isterse onu yapması gerektiğini yerleştirir kafasına. Bu durum
çok bilinçli de değildir, sürecin doğal bir sonucudur. O
yüzdendir ki, kendini son derece kadın erkek eşitliğine inanan
biri olarak tanımlayan erkek, hala sosyal hayatta onun istekleri
veya beğenileri dışında hareket eden kadına karşı belki de
kendinin bile farkında olmadığı bir kin duyar.
Bu
nedenle, bir kadına yaklaştığında, eğer kadın ona olumlu cevap
vermiyorsa, sorunun kendisinde değil, mutlaka ve mutlaka kadında
olduğunu düşünmeyi seçer. Halbuki, bir kadın eğer size olumlu
bir cevap vermiyorsa, mesela sizinle birlikte olmak istemiyorsa, bu
sizi istemediğindendir. Sizi beğenmediği içindir. Bu da gayet
doğaldır. Herkes, herkesi beğenmeli diye bir kural yoktur. Hiç
bir kadın, kendine de, karşısındakine de işkence olsun diye
kendini geri çekmez. Eğer öyle olsaydı, hiç bir kadın, hiç bir
erkeği aldatmazdı. Ama erkek, kendi mükemmeliyetine o kadar
inanmıştır ki, kadının onu istememe olasılığını düşünmek
bile istemez; öyle ya bu kadın "kezban"dır.
Bu
yaşımın bana öğrettiği bir şey varsa, o da şudur:
Bir
erkek bir kadını beğeniyorsa, hakkında ya çok iyi konuşur, ya
da çok kötü konuşur. Eğer, çok iyi konuşuyorsa, ya kadın da
onu beğeniyordur, ya da kadın onu tanımıyordur. Eğer, kötü
konuşuyorsa, bilin ki erkek o kadını beğeniyordur, ama kadın onu
takmıyor, duygularına karşılık vermiyor, ilgilenmiyordur. Ha
erkeklerin sevmediği, haz etmediği kadınlar olamaz mı? Elbette ki
olabilir, ama böyle bir durumda, o kadınla konuşmaz veya bir
mesefa koyar, ilgilenmez, umursamaz, hakkında da sürekli konuşmaz;
hem gidip konuşup, hem üstüne sürekli hakaretler yağdırmaz. Bu
"kezban" yakıştırmasını da, erkeklerin bireysel olarak
kendilerini ifade etme zorluklarında sıyrılma için buldukları,
kitlesel olarak kendilerini rahatlama söylemi olarak görüyorum.
Gelgelelim,
muhafazakarlık durumuna. Bu "kezban" kelimesi üzerinden,
genellikle şöyle yorumlar okudum, işte efendim Türk kızları ne
kadar muhafazakar, halbuki zaten çok çirkinler, yabancı kızlar ne
kadar güzel, ne kadar konuşkan, ne kadar rahat. Doğru, yabancı
kızlar çoğunlukla kendine güvenli, ne istediğini bilen,
konuşkanlar ve ayrıca ortadoğu coğrafyasının gen haritasına
sahip değiller. Şimdi, genlerimizi değiştiremeyiz, bize ne
verildiyse, sen hangi genleri taşıyorsan, ben de onları taşıyorum,
yani sen kuzey genleriyle donatılmışsın da XY olarak, ben o Y'yi
X'e dönüştüren küçük parçasından bütün doğu genlerini hop
bünyeme katmadım heralde! Görünüş kısmını geçiyoruz;
gelelim, konuşkan, kendine güvenli kısımlarına. Bir kere
herşeyden önce, doğu toplumunda yetişen bir kızla, batı
toplumunda yetişen bir kız hayatta bir olamaz. Yani o kız her gün
kadın cinayetleri okumuyor heralde gazetede değil mi, ya da giyimi
kuşamı üzerinde siyaset yapılmıyor, her gün sokakta tacizin
binbir türlüsünü yaşamıyor, ailesi ve toplum tarafından cinsel
hayatı bir haysiyet, onur, namus meselesine dönüştürülmemiş,
erkeklerin ona sadece göğüs, bacak, kalça olarak bakmasına
alışmamış biri o. Bunlara çok uzak, gazetede bu konularda
okuduğu haberler hep adını sadece duyduğu, gelişmemiş bir takım
toplumlar, mesela Türkiye diye bir ülke onun için. Tabii ki de
kendine güvenli, kadınlığından ve kadınlığını özgürce
yaşamaktan utanmayan, rahat biri o. İkincisi ise, sadece toplumda
değil, kendi ilişkilerinde de karşısındaki insanların
tutumlarının toplumdan farklı olmaması, kadına yaklaşım
biçiminin tamamen hayvansal bir dürtü ile başlaması ve daha da
vahimi, ilişki boyunca bundan bir milim bile öteye geçememesi,
karşısındaki için onun her zaman ve en önce kadın olması,
bireysel özelliklerin ve özgürlüklerinin ise değerinin olmaması
ve bunun da açıkça ve kendini haklı görür biçimde
hissettirilmesi, kadını son derece tepkili bir duruma sokmaktadır.
Bu deneyimler de, kuzeyli hemcinslerimizde yok -ki ne mutlu onlara!
Belki de o yüzden, Kezban'ın Paris'e, Roma'ya gitmesi gerekiyor, ne
dersiniz? Çünkü İstanbul'da olmuyor.
İronik
olan ise, bundan hoşlanıp ama aynı zamanda hoşlanmamak. Yani sen,
herşeyden öte bu kadının seninle seks yapabilme özgürlüğünü
kullanmasını seviyorsun, anladığım kadarıyla, ama evet deme
özgürlüğü kadar hayır deme özgürlüğü de var, onu
kullanınca sevmiyorsun, ya da bir konuda senin fikrinden farklı
düşünmesini sevmiyorsun, sosyal hayatta kendini senden bağımsız
ifade etmesini sevmiyorsun, kendi hayatını bir erkeğe veya bir
çocuğa değil, kendi isteklerine göre şekillendirmesini
sevmiyorsun, seni terk etme özgürlüğünü sevmiyorsun, senden
daha başarılı olmasını sevmiyorsun, gece yemek yapmama
özgürlüğünü sevmiyorsun, istediği gibi giyinme özgürlüğünü
sevmiyorsun! Çünkü, kendine güvenli kıza da "kezban"
diyorsun ya! Çünkü aslında sen tam muhafazakar bir kadın
istiyorsun; sana bağımlı, senden üstün olmayacak, sensiz bir
hayali olmayacak, kendini senin çerçevende tamamlayacak, sadece
sana ait olacak ama bir de seks yapsın senle, bunun bir adı var; o
da Doğu'dan; Geyşa.
Türk
erkeklerine ilk sorulan sorulardan bir tanesi, "hareminiz var
mı", Türk kadınlarına da malum, "çarşaf mı
giyiyorsunuz". Hatta, 2012 Olimpiyatlarında, şöyle bir yorum
vardı, "Türkiye'yi temsil eden erkekler hep dövüş alanında
madalya alırken, kadınlar ise koşma (kaçma) dallarında madalya
aldı, siz sosyal çıkarımı yapın." İşin özü de budur
işte, batılılaşmaya çabalayan ne doğulu -ama doğuya çok
yakın- ne de batılı bir toplum. Kendi yaşıtlarımın, toplumdaki
bu adaletsizliği ağızlarıyla eleştirdiğini, ama temelde
kafalarının babalarından farklı olamadığını üzülerek
görüyorum. Ama onları değiştirmek artık mümkün değil, onları
yetiştiren anneleri değişmedikçe.