Geçen gün
arkadaşlarımla konuşuyoruz, konu bir şekilde ilkokul hatıralarına geldi. Zaten birkaç
kişi bir araya gelince, çok mühim ortak tanıdıkları da içeren bir olay yoksa,
mesela tanıdığınız bir çift sansasyonel bir şekilde ayrılmadıysa, yani
çekiştirilecek kişilerin olmadığı muhabbetlerde genelde, küçüklük anıları,
küçükken izlenen ortak çizgi filmler, oyuncaklar gibi konular mutlaka ortaya
çıkar, herkesin hem anlatmaktan hem dinlemekten zevk alacağı konulardır bunlar. Daha doğrusu herkesin hep bir ağızdan, gülüp konuşacağı konulardır... Aklınızda bulunsun, baktınız, ortam soğudu, insanlar, yaa işte diyip ardından susmaya
başladı falan, hemen, yaa siz şeyi hatırlıyor musunuz diye başlayıp, aynı yaş grubu
insanların mutlaka bileceği bir çizgi film ortaya attınız mı, ortam hemen
ısınır.
Neyse, konuyu dağıtmadan, söz ilkokul anılarına geldi; yani iyi ip atlayan
kızların popüler, geğirerek konuşan erkeklerin komik olduğu zamanlar… En
azından ben öyle biliyorum…
Şimdi, muhabbet o
zamanlar kız erkek ilişkileri nasıldı, arkadaşlarımdan biri diyor ki, bana şiir
yazan bir çocuk vardı, diğeri diyor ki ben de kendimi hep bir çocuğu
reddederken hatırlıyorum. Ben de düşündüm; ilkokulda erkeklerle ilgili
hatırladığım tek imaj; bir meyve suyu kutusunun veya bir kola kutusunun
(üzerine iyice basılarak preslenmiş şekilde, öyle daha iyi top oluyor heralde)
peşinden haldır huldur koşmaları… Hatta öyle ki, okulun bahçesinde ayrı bi alan
vardı, daha doğrusu orası bence iki apartman arasında kalan bir boş arsaydı da,
orada top oynansın diye beton dökülmüştü, okula ait değildi de bahçesinin
kenarındaydı, neyse hepsi oraya doluşur, orda o meyve suyu kutusunun peşinden
koşarlardı. Hatta orası resmen onların simülasyon stadı gibi bir şeydi ve oraya
gidince birbirlerine futbolcu isimleriyle sesleniyorlardı! Kızlarsa bahçede,
kah kolkola girip yürümek ki, bu bir süre sonra önüme gelene yüz tekme gibi çok
amaçsız bir forma dönüşüyordu, kah ip atlamak suretiyle tenefüslerini gayet
yaratıcı şekillerde değerlendiriyorlardı. Ben de bunlardan biriydim, ip
atlarken 5’lerde yanmamak, en büyük hayalimdi ve bunun için evde sandalyelerin
bacaklarına ip takıp (ki halk dilinde don lastiği) oynayarak kendimi
geliştirmeye çalışıyordum. Ama lanet olsun ki, sandalyelerin bacakları 3’lere gelince bitiyordu! Yani öyle kimsenin
birbirine şiir yazacak hali yoktu. Hatta bırak şiir yazmayı, bence cin ali okusalar
yine entellektüel sayılırlardı. Ya da 1.sınıfta bakıştık, 2.sınıfta beni
sevdiğini söyledi falan. Benim kafamda birini sevmekle onla evlenmek eş
değerdi, kadın erkek ilişkisi; biri anne biri baba olacak, evleneceklerdi yani.
Bunlara bakışmak, yazışmak dahil değildi. Hele birinin sana gelip ne diyorsa
artık, tost yiyelim mi (bir öğle yemeğine çıkmaya eşdeğer bu yaşta), birlikte
tenefüse çıkalım mı işte onu reddetmek olacak iş değildi. Belki o benim saçımı
çekmiştir, ben ona gerizekaalı salak demişimdir falan, en fazla… Acaba
arkadaşlarımın gittiği, erkeklerin sadece okuma-yazmayı sökmeyip, şiir de
yazabildikleri, hisleri de olan veletler oldukları o ulvi okullara gitsem bugün bu durumda olmaz mıydım
acaba?..
Yani hep bi güme gitmişlik,
bir ortamını bulamamışlık vardı bende.. Bu küçükkende böyleymiş; Babie bebekle oynarken Ken olmaması mesela...
7-8
yaşlarındaki kızlar anneleriyle güne giderler, ama bu bir gelenektir ve ailenin
sosyo-ekonomik durumuna bakılmaksızın, bir ortamı belli bir süre paylaşan
kadınlar -ki bu bir komşu topluluğu olabilir, bir iş arkadaşı topluluğu
olabilir veya da annenin okul arkadaşı topluluğu olabilir- gün yaparlar. Sağolsun benim
annem, iş, lise, üniversite arkadaşlarıyla ayrı ayrı toplandığı için, bizim her
cumartesimiz doluydu, bu gün ortamı da çok deneyimlediğim bir şeydir. Oradaki küçük
kızlar için toplantıya barbie getirmek, annenin ev ayakkabısı götürmesiyle eş
değerdi, iki torbamız vardı giderken, ev ayakkabısı ve barbie bebek. Herkesin
Barbie bebeği çeşit çeşit, baloya giden barbie, balıkçı barbie, dağcı barbie, son
derece fit ve bakımlı ve de tarz hanımlar, bunlar... Oynarken diyoruz ki bunların bi de
sevgilisi olsun, tabii bu düşünerek bir Ken bebek yaratılmış ama Barbieler
zaten çok pahalı oyuncaklar, bir de Ken alınsa maaş mı dayanır ona,
kimsenin Ken’i yok. Biz de, bu Kenmiş mesela diyerek, Ken yerine, oyucak ayı, deodorant kutusu,
kalem artık ne uydurursak kullanıyorduk, Ken hep hayallerde kalıyordu yani. Güzelim
barbie bebeğin, temelde odun olan kurşun kalemle romantizm yaşama çabaları hep
bu kuşağı mahvetti. Ama yine insan mutlu olacak bir şeyler buluyor; Allah’tan benim Ken
yine kurşun kalemdi, ya ayı olsaydı!..
No comments:
Post a Comment