Doğum günleri çok ilginç zamanlardır. Dünyaya o
gün geldiğiniz için, kendinizi her yıl o gün daha özel hissedersiniz. Yaşamaya
başlamışsınız, kendi maceranızın içine dalmışsınızdır. Fakat en ilginç yanı bu
değil, size hayatınızın farklı dönemlerinde, çok farklı duygular hissettirmesidir.
Mesela küçükken, hediye almak ve pasta yemek için doğum gününüzü beklerken, ilk
gençlik dönemlerinde daha büyük olmak, kendi başına karalar alabilmek için
beklersiniz; 18 yaş sınırı geçildiğinde her doğum gününde kendinizi birazcık
buruk hissedersiniz, bir yandan gençlik gidiyor diye düşünürsünüz. Sonra
20lerden sonra hayat geçiyor, ben nerdeyim diye düşünürsünüz, 30lardan sonra
hayat geçti ben ne yaptım diye düşünürsünüz, 40lardan sonra, yahu ben ne zaman
yaşlandım diye düşünürsünüz belki. Ama
bütün bu hisleri aslında aynı kişi hissediyordur, insan kendini bildi bileli
hep aynı, yaşı büyüse de hissettikleri, düşündükleri değişir mi, değişmez,
belki alttan almayı, daha az fevri olmayı, daha sakin durmayı, hatta daha
kayıtsız olmayı başarır ya da artık öyle davranmayı tercih eder ama temel
olarak “büyür” veya “yaşlanır” mı ? Bence kesinlikle hayır, çok garip bana 13
yaşındaki halimle şimdiki halim arasında bir fark yokmuş gibi geliyor. Boşuna
demiyorlar; “İnsan 7sinde neyse 70inde de odur.”
Peki ne oluyor da yaş ilerledikçe insanlar doğum
günlerinden biraz da olsa kaçar oluyor, madem hep aynı hissediyorsa ? Benim
düşünceme göre, ‘hayal kurmak’ büyüdükçe toplumun ıvır zıvır kurallarıyla
parçalanıyor da ondan. Halbuki ‘hayal kurmak’ insan olmanın en temel bileşenlerinden
biridir. İnsan her yaşta hayal kurar, sadece küçükken değil. Ama küçükken
farklı olan bunların bir gün gerçeğe dönüşeceği umudu vardır ama o umut sen
büyüdükçe başkalarının, “bu iş senin dediğin gibi yapılmaz”, “köprüyü geçinceye
kadar ayıya dayı de”, “okulla çalışma hayatı farklıdır”, “para da kazanmak
lazım” gibi son derece gereksiz düşünce otlarıyla kaplanıyor, aslında hala orda
ama ulaşamıyorsun, belki o zararlı otları sen de örüyorsun kendinin etrafına, “bu
yaştan sonra nasıl olur”, “zamanında yapacaktık”, “gençliğimizde keşke şöyle
yapsaydık” gibi…
Böylece her doğum gününde hayallerinden uzaklaştığını, genç
kendinden uzaklaştığını hissedersin… Kendine konduramazsın bu yeni yaşını,
hayallerle arandaki bu uzaklığı… Ama gerçek senin düşündüğün gibi midir ? Hayır
değildir hem de hiç de değildir. Bunu ben söylemiyorum koskoca Platon söylüyor
ve sevgili Aristoteles de mantığıyla açıklıyor. Platon diyor ki, insanın
içindeki öz yani idea onu var eder bu fiziksel değil tinsel bir durumdur. Beden
sadece ideanın gerçekleşmesi ve ulaşılması yolunda kullanılan bir araçtır. Yani
hala nefes alıyorsanız ideanızın peşin koşun diyor adam. Platonun öğrencisi
Aristoteles de der ki; eğer 19 yaşındaki
özünüz ile 50 yaşındaki özünüz aynıysa, 19 yaşınız ve 50 yaşınız eşit demektir.
İfadesi ise;
[(öz => yaş 19) Λ (öz => yaş 50)] =>
(yaş 19 => yaş 50)
Yani, “yaş 70 iş bitmiş” zararlı otuyla
hayallerinizden uzaklaşmayın, çünkü sizin bireysel ve eşsiz özünüz hiçbir zaman
değişmiyor, ama hatta belki o öze daha çok yaklaşıyor onu daha çok anlamaya
başlıyorsunuz. Dolayısıyla belki de hayallerinize daha çok yaklaşıyorsunuz.
Yeter ki, ‘öz’ü o kadar özgün olmayan insanların söylemleri ve düşüncelerine
takılmadan kendiniz olun.
Bu yazıyı yazdım, çünkü bugün kendimle eş tuttuğum annemin doğum günü, kendi ‘öz’ünü benle çoğalttı ve benim kendi ‘öz’ümü bulmam konusunda hep yol gösterici olacak, ben kendimden düşünüyorum, insanın hayatta kendi doğrularını, yolunu bulması o kadar güçken bir de başka birinin sorumluluğunu üstlenmesi kim bilir nasıldır, ama belki de bende kendini görüyor sonra bana baktıkça kendine yaklaşıyordur. Belki de anne olmak bu yüzden çok özel bir şey. Ama iyi ki başkası değil o benim annem olmuş, herkesin annesi çok özeldir ama bu yazıyı ben yazdığım için diyeceğim ki benim annem en özel anne, İYİ Kİ DOĞDUN!
No comments:
Post a Comment