Wednesday, May 15, 2013

Büyüyünce ne olacaksın ?..


Büyüyünce ne olacaksın ?.. Bu aralar en çok sorguladığım, gece uykularımı kaçıran bir soru bu, 26 yaşında biri için komik mi, bence değil.. 26 yaşında, e hadi 25 diyelim daha 26’yı doldurmadım çünkü, üniversitenin son sınıfındayım, artık belli bir ünvanım olacak hayatta.. Ki zaten bu yaşta hala mezun olmamış olmak bu soruyu sorgularken bir takım maceralar yaşadığımı gösteriyor, onu da başka zaman anlatırım. Gelgelelim bundan, yaklaşık bir 21-22 yıl önce benim büyüyünce ne olacağıma dair kesin bir fikrim vardı. Kelebek olmak!
-Anneee, ben büyüyünce kelebek olacağım, dediğimi hatırlıyorum. Denize gidiyoruz, annem ve babamla, bir kelebek pırpır geçiyor yanımdan. Bence kelebek olmak çok güzel bir şey diye düşünüyorum.
-Kızım sen kelebek olamazsın.
-Neden?
-Kelebek olmak için öyle doğmak gerek çünkü…
Kelebek olmak için öyle doğmak gerekmiş.. Olsun..
-Ben yine de kelebek olucam, ben olurum!
E tabii, olamadım. Hatta “kelebek kadar narin” bile olamadım. Neyse, ama şimdi başka bir açıdan bakacağım bu çocukluk anıma; demek ki herkes içinde bulunduğu toplumun kısıtlamalarına alışmadan onları kanıtsamadan önce, yani çocukken, işte 4-5 yaşlarında kelebek olabileceğine gönülden inanmışken, doğayla bütünleşik bir yaşamın olabileceğini düşünüyor. “Doğayla bütünleşik yaşam” ne mi ? 4-5 yaşlarında bildiğim şeyi şu an unutmuş durumdayım, ben de bilmiyorum. Ama neyi biliyorsun derseniz, en azından odamıza girdiğimizde dışarıyla ilişkimizin yalnızca pencere olmaması gerektiğini, güneşi, rüzgarı, yağmuru hissederek yaşamamız gerektiğini biliyorum. Zaten günler o kadar çabuk geçiyor, biz o kadar kendi sorumluluklarımızın peşinde kayboluyoruz ki, hele de büyük bir şehirde yaşıyorsanız, size yaşamın zevkini hatırlatacak bir yaprak kıpırtısı, gökyüzünün mavisi, iyot kokusu taşıyan bir rüzgar, pırıl pırıl yanan güneş o anınıza o kadar değer katabilir ki, aslında dünyaya da bundan başka bir mutluluk için gelmiyoruz. Bu esnekliği sağlayabilen bir yapılaşmış çevre olabilir mi? İçinde yaşadığımız mekanlar bizi doğadan koparmak yerine, doğayı hissederek yaşamamızı sağlayabilen mekansal kurgular ile tasarlanabilir mi?
Şimdi bir hayal kuralım;
Saat 08.00.. Sabah kalktığımızda güneşin bir ağacın yapraklarından süzülen ışıkları üzerinize düşse, kalksanız , banyoya gidip yüzünüzü yıkarken masmavi gökyüzünü aynadaki aksinize bakarken görseniz, ohooo dışarıya çıkıp işe gideceksiniz, koca bir hayat var önünüzde sanki o gün bir şeyler değişecek gibi hissetmez miydiniz? Ne giysem acaba diye düşünürken, hafif bir rüzgar esti, bir şeyler kokuyor, ne bu, yasemin mi, melisa mı? Cıvıl cıvıl kuşların sesleri geliyor kulağınıza. Giyinip evden çıktınız.
Saat 08.43.. İşe gidiyorsunuz, hayal bu ya yollar da bir garip, aracınızda giderken, o yol kenarındaki zavallı çiçek kompozisyonları yerine, ağaçlar, o da ne ağaçlarla birlikte yapılar var ve bu bütünlük bazı yerlerde uzuyor ve üzerinde yürüyen insan toplukları görüyorsunuz, ee tabii buna biz şaşırıyoruz ama  hayaldeki siz şaşırmadınız, yolda ilerlerken biraz önce gördüğümüz uzantının altından geçtiniz, ince hareketli gölgeler düştü üzerinize, üstte yürüyen insanların yansımalarıydı bunlar, hayat başlamıştı, devam ettiniz, biraz sonra aracınızı durdurdunuz.
Saat 09.00.. İşe koyulma vakti artık, sabahın verdiği enerjiyle birlikte hızlı bir çalışmaya giriştiniz, toplantılar, yetişmesi gereken işin tamamlanması, sunum derken, öğlen olmuştu bile… Bu arada hava değişti, birden sağanak bir yağmur başladı. Vakit az, ama bir ara da vermek lazım… Çalışma alanının ortasındaki avluya gittiniz, yağan yağmur avlu çeperlerinden sızarak, tabanın bir bölümünü kaplayan çiçek tarhlarına süzülüyordu, öğle yemeği için hiç de fena bir atmosfer değil açıkçası, tarhların kenarında bulunan oturma birimlerine herkes yerleşti, keyifli bir sohbet başladı. Biraz sonra kahkahalar yağmurun sesine karışıyordu.
Saat 16.00.. Artık bunaldınız, ama şu işi de yetiştirmeniz gerekiyor, çalışma arkadaşlarınızla yaptığınız fikir alışverişi yeni bitmiş, derken saatlerdir yağan yağmurun diniyor ve avludan çalışma birimlerine yayılan harika toprak kokusu geliyor burnunuza… Nihayet, parmaklarınız klavyede oynamaya başlıyor.
Saat 01.03.. Arasını sizin hayalinize bırakıyorum ama yoğun bir günün ardından yatağınıza uzandığınızda gördüğünüz; yağmurdan sonra netleşmiş , yıldızlarla parlayan koyu lacivert bir gökyüzü ve bu görüntüyü bazı yerlerde perdeleyen siyah yapraklar.. Bir süre bu görüntünün zevkini çıkarıp hayallere dalıyorsunuz, ama yarın cumartesi bu yüzden biraz fazla uyumak istediğiniz için, odanızın üst örtüsünün geçirgenliğini düşürüp öyle uykuya dalıyorsunuz.  

Böyle bir hayali kurması, kafamızda canlandırması bile ne kadar zor değil mi? Ama eminin 5 yaşındaki çocuklar için bir o kadar kolay, çünkü onların düşüncelerinde sınırlar yok. Neyse ki ben şanslıyım, henüz 8 aylık bir kuzenim var, 2-3 sene sonra bütün projelerimde ona danışmayı düşünüyorum. Belki kelebek olamadım ama kelebekmiş gibi hissedilebilecek anlar yaratabilirim insanlar için. 

No comments: