Büyüyünce ne
olacaksın ?.. Bu aralar en çok sorguladığım, gece uykularımı
kaçıran bir soru bu, 26 yaşında biri için komik mi, bence değil.. 26 yaşında, e
hadi 25 diyelim daha 26’yı doldurmadım çünkü, üniversitenin son sınıfındayım,
artık belli bir ünvanım olacak hayatta.. Ki zaten bu yaşta hala mezun olmamış
olmak bu soruyu sorgularken bir takım maceralar yaşadığımı gösteriyor, onu da
başka zaman anlatırım. Gelgelelim bundan, yaklaşık bir 21-22 yıl önce benim
büyüyünce ne olacağıma dair kesin bir fikrim vardı. Kelebek olmak!
-Anneee, ben büyüyünce kelebek olacağım, dediğimi hatırlıyorum.
Denize gidiyoruz, annem ve babamla, bir kelebek pırpır geçiyor yanımdan. Bence
kelebek olmak çok güzel bir şey diye düşünüyorum.
-Kızım sen kelebek olamazsın.
-Neden?
-Kelebek olmak için öyle doğmak gerek çünkü…
Kelebek olmak için öyle doğmak gerekmiş.. Olsun..
-Ben yine de kelebek olucam, ben olurum!
E tabii, olamadım. Hatta “kelebek kadar narin” bile olamadım. Neyse,
ama şimdi başka bir açıdan bakacağım bu çocukluk anıma; demek ki herkes içinde
bulunduğu toplumun kısıtlamalarına alışmadan onları kanıtsamadan önce, yani
çocukken, işte 4-5 yaşlarında kelebek olabileceğine gönülden inanmışken,
doğayla bütünleşik bir yaşamın olabileceğini düşünüyor. “Doğayla bütünleşik
yaşam” ne mi ? 4-5 yaşlarında bildiğim şeyi şu an unutmuş durumdayım, ben de
bilmiyorum. Ama neyi biliyorsun derseniz, en azından odamıza girdiğimizde
dışarıyla ilişkimizin yalnızca pencere olmaması gerektiğini, güneşi, rüzgarı,
yağmuru hissederek yaşamamız gerektiğini biliyorum. Zaten günler o kadar çabuk
geçiyor, biz o kadar kendi sorumluluklarımızın peşinde kayboluyoruz ki, hele de
büyük bir şehirde yaşıyorsanız, size yaşamın zevkini hatırlatacak bir yaprak
kıpırtısı, gökyüzünün mavisi, iyot kokusu taşıyan bir rüzgar, pırıl pırıl yanan
güneş o anınıza o kadar değer katabilir ki, aslında dünyaya da bundan başka bir
mutluluk için gelmiyoruz. Bu esnekliği sağlayabilen bir yapılaşmış çevre
olabilir mi? İçinde yaşadığımız mekanlar bizi doğadan koparmak yerine, doğayı
hissederek yaşamamızı sağlayabilen mekansal kurgular ile tasarlanabilir mi?
Şimdi bir hayal kuralım;
Saat 08.00.. Sabah
kalktığımızda güneşin bir ağacın yapraklarından süzülen ışıkları üzerinize
düşse, kalksanız , banyoya gidip yüzünüzü yıkarken masmavi gökyüzünü aynadaki aksinize
bakarken görseniz, ohooo dışarıya çıkıp işe gideceksiniz, koca bir hayat var
önünüzde sanki o gün bir şeyler değişecek gibi hissetmez miydiniz? Ne giysem
acaba diye düşünürken, hafif bir rüzgar esti, bir şeyler kokuyor, ne bu,
yasemin mi, melisa mı? Cıvıl cıvıl kuşların sesleri geliyor kulağınıza. Giyinip
evden çıktınız.
Saat 08.43.. İşe
gidiyorsunuz, hayal bu ya yollar da bir garip, aracınızda giderken, o yol
kenarındaki zavallı çiçek kompozisyonları yerine, ağaçlar, o da ne ağaçlarla birlikte
yapılar var ve bu bütünlük bazı yerlerde uzuyor ve üzerinde yürüyen insan
toplukları görüyorsunuz, ee tabii buna biz şaşırıyoruz ama hayaldeki siz şaşırmadınız, yolda ilerlerken
biraz önce gördüğümüz uzantının altından geçtiniz, ince hareketli gölgeler
düştü üzerinize, üstte yürüyen insanların yansımalarıydı bunlar, hayat
başlamıştı, devam ettiniz, biraz sonra aracınızı durdurdunuz.
Saat 09.00.. İşe
koyulma vakti artık, sabahın verdiği enerjiyle birlikte hızlı bir çalışmaya
giriştiniz, toplantılar, yetişmesi gereken işin tamamlanması, sunum derken,
öğlen olmuştu bile… Bu arada hava değişti, birden sağanak bir yağmur başladı.
Vakit az, ama bir ara da vermek lazım… Çalışma alanının ortasındaki avluya
gittiniz, yağan yağmur avlu çeperlerinden sızarak, tabanın bir bölümünü
kaplayan çiçek tarhlarına süzülüyordu, öğle yemeği için hiç de fena bir
atmosfer değil açıkçası, tarhların kenarında bulunan oturma birimlerine herkes
yerleşti, keyifli bir sohbet başladı. Biraz sonra kahkahalar yağmurun sesine
karışıyordu.
Saat 16.00.. Artık
bunaldınız, ama şu işi de yetiştirmeniz gerekiyor, çalışma arkadaşlarınızla
yaptığınız fikir alışverişi yeni bitmiş, derken saatlerdir yağan yağmurun
diniyor ve avludan çalışma birimlerine yayılan harika toprak kokusu geliyor
burnunuza… Nihayet, parmaklarınız klavyede oynamaya başlıyor.
Saat 01.03..
Arasını sizin hayalinize bırakıyorum ama yoğun bir günün ardından yatağınıza
uzandığınızda gördüğünüz; yağmurdan sonra netleşmiş , yıldızlarla
parlayan koyu lacivert bir gökyüzü ve bu görüntüyü bazı yerlerde perdeleyen
siyah yapraklar.. Bir süre bu görüntünün zevkini çıkarıp hayallere
dalıyorsunuz, ama yarın cumartesi bu yüzden biraz fazla uyumak istediğiniz
için, odanızın üst örtüsünün geçirgenliğini düşürüp öyle uykuya dalıyorsunuz.
Böyle bir hayali kurması, kafamızda canlandırması bile ne kadar zor
değil mi? Ama eminin 5 yaşındaki çocuklar için bir o kadar kolay, çünkü onların
düşüncelerinde sınırlar yok. Neyse ki ben şanslıyım, henüz 8 aylık bir kuzenim
var, 2-3 sene sonra bütün projelerimde ona danışmayı düşünüyorum. Belki kelebek
olamadım ama kelebekmiş gibi hissedilebilecek anlar yaratabilirim insanlar için.
No comments:
Post a Comment