Thursday, May 16, 2013

Tak Çantayı Koluna, Haydi Herkes Dağ Tırmanışına


 Şimdi bu aralar, üniversitenin bir senesini veya bir dönemini yurtdışında okumak çok moda ya, ben de eksik kalmadım tabii ki. Orada gözlemlediğim şeylerden bir tanesi, yabancılar için spor yapmanın hayatın vazgeçilmezlerinden biri olduğuydu. Öyle zayıflamak için spor salonuna gitmek değil, ya da arkadaşlarla haftada bir futbol maçı yapmak değil sadece… Hop çantalar sırtta dağda yürüyüşe, hop kayağa, hop koşuya falanlar.. İşte tanışıyoruz, ilk sorulardan biri hangi sporla uğraşıyorsun, hobilerin ne, ne diyeceksin; yaz geldi mi yazlığa gider denize girerim mi, ara sıra basket oynarım ama son 3 senedir hiç oynamadım, hobim de yayıp bilgisayarda dizi izlemek mi?

Evet konumuz; spor ve Türkler. Hatırlarsanız geçen sene olimpiyatlarda, milli koşucularımız Aslı Çakır Alptekin ve Gamze Bulut, 1500 m bayanlarda biri olimpiyat şampiyonu ve diğeri olimpiyat ikincisi olmuşlardı. Hepimiz ne kadar da gururlanmıştık. Ama onun dışında, Tekvando dalında; Servet Tazegül altın, bayanlarda Nur Tatar gümüş ve son olarak da Güreş dalında Rıza Kayaalp bronz madalya almıştı, geçen sene. 16 dalda, 114 sporcu ile katılmışız, 5 madalyamız var. Tabii ki de önemli olan katılmak, ama insan biraz daha başarılı neden olmayalım ki diyor.  Herkesin bir teorisi vardır şimdi, sporculara ilgi gösterilmiyor, yeterince desteklenmiyor, gibi gibi… Ben de öyle düşünüyorum; ama bu noktada aklıma bir soru takılıyor, tamam belki okçuluk, atletizm, ya da curling Türkiye’de çok ilgi görmüyor, desteklenmiyor ama ya futbol? Türkiye’de finansal olarak bu kadar desteklenen, bu kadar ilgi gören bırakın sporu, başka bir durum, kurum veya herhangi bir şey gelmiyor benim aklıma. Onda başarılı mıyız, hele de bu kadar çabaya, milyon dolarla ifade edilen transferlere rağmen?..
Peki nedir yabancıları bizlerden bu kadar ayıran bu konuda?.. 

Geçen sene, çok yakın bir arkadaşımı ziyarete gideceğim, Aachen’da yaşıyor. Gitmeden konuşuyoruz, dedi ki,
-İrem, bi gezi var, dağ yürüyüşü, hem de işte bilmem nerde bi şato varmış onu da görürüz hem doğa hem tarih bir arada, ayarlayayım gidelim mi ?
Broşürünü yollamış, baktım, bayağı mountain hiking yazıyor. Arkadaşıma dedim ki; 
-Yaa kızım bizim ne işimiz var, nasıl yapıcaz biz bu montain hikingi, hiking bile yapmadım, kaldı bir de dağda tepede yapıcam.
-Yok yaa sen öyle dediğine bakma, erasmus gezisi bu, bizim arkadaşlar da olacak, şatoyu ziyaret ederiz, öyle bir dağda da yürüyüş olur, sonra tekne turu falan da varmış güzel olacak.
İyi dedim madem öyle gidelim. Ama tabii içimde de bir kuşku var, benim tanıdığım kadarıyla almanlar mountain hiking yazmışlarsa o mountain hikingdir yani. Hadi neyse dedim.
Hiking sabahı.. Kalktık, hiking yapacağız ya sözde, bu yüzden çizmemi değil, converselerimi giydim. Bi şişe de suyu kol çantama koydum, hazırlık bu yani ! Arkadaşım da öyle, çıktık biz tıngır mıngır, gittik buluşma noktasına. Aman bir de baktım, millet batonuna kadar tam takım gelmiş. Bizi düşünebiliyor musunuz,  kol çantamız var yani, öyle garibiz. Arkadaşıma baktım:
-Kızım bu ne böyle, bari sırt çantası alsaydık!
Hala iyimser o:
-Yok yaa, aman bunlar hep böyle her şeyi abartıyorlar.
Onlar mı her şeyi abartıyordu, yoksa biz mi, kasksız motorsiklete biner gibi gelmiştik, zaman her şeyi açıklığa kavuşturacaktı. Gruba katılmıştık bir kere, trene bindik ve yola koyulduk. Tren yolculuğu gayet eğlenceli geçti, bir çok yeni insanla tanıştık. Hep beraber indik ve yürümeye başladık. Şato dağın eteklerindeydi. Oraya kadar gayet mutluyduk. Yoldan meyveler aldık, bir yandan gezip, bir yandan böğürtlen yiyoruz falan, hava güzel, ortam güzel. Bol bol fotoğraf çekiyoruz, aman gayet güzelmiş bu olay ya, diye düşündüm, arkadaşım da bak ben sana dedim, böyle işte diyor.

Ama meğerse daha dağ yürüyüşü başlamamış! Şatoyu gezdik, şatoya giderken, zaten bir ormandan geçmiştik, ben zannediyorum dönüp, tekneye bineceğimiz yere gideceğiz. Hatta kafamda teknede yiyecek bir şeyler var mıdır, yoldan mı alsak diye planlar yapmaktayım. Malum, yürüyüşümüzü yaptık, tarihi gezimiz de tamam artık yorulduk, bir öğle yemeğinin vaktidir. Ben bunları düşünürken grup, normal yoldan sapıp tırmanışa geçmesin mi ! İnsanlar birden tempolarını artırdılar. Ben daha ne olduğunu anlayamadan, birden yanımızda yürüyen kalabalık gözle görülür bir şekilde uzaklaşmaya başladı. Baktık bu böyle olmayacak, onlara yetişmek için biz de hızlandık.

Bir ormanın içinde sonu görülmeyen bir yamaca doğru tırmanışa geçtik. Sadece tırmanmak yetmiyor, hızlı da olmak gerekiyor aynı zamanda. Derken grup gözden kayboldu. Biz dört kişi kalakaldık mı ormanın ortasında. Yürüyoruz ama nereye gideceğiz, sağımız solumuz aynı ! Baktık, bu böyle olmayacak, diğer iki arkadaşımız, biz biraz daha önden yürüyüp gruba yetişelim bari dediler. Bir süre sonra bunlar gruba yetişmiş olacak ki, “SESİMİZE DOĞRU GELİİİN” diye bağırdıklarını duyduk. Çok havalı bir durum değildi, ama aldıracak halimiz yoktu. Arkadaşım benden daha kondisyonlu çıktı, o da biraz arayı açıp grubun sonunu gördü:
-İrem, ha gayret yürü yürü!

Ama ben nasılım, kalbim şişti, patlayacak sanki, bunca yıllık pelte bünye açılışı mountain hike ile yaparsa olacağı bu ! Arkadaşım hadi diyor, cevap veremiyorum ki, zor nefes alıyorum zaten. Sanki yaralı ve acı çeken bir ayı arkada, takipte gibi hırıltılar çıkarıyorum. Bırak beni git diyeceğim, ama telefonlar çekmiyor, ne yaparım ormanın ortasında…

Bir şekilde tırmanışı tamamladım ama herhalde hayatımın en dehşet verici anlarıydı; insanın fiziksel gücünün sınırlarına bir meydan okumasıydı adeta! Şişmiş kızarık, hafif mora kaçan bir surat, dağılmış saçlar , kan ter içinde zirveye vardığımda, insanları şen şakrak sohbet ederken buldum, inişe geçmek için beni bekliyorlardı.

Efendim bir kere orada kol çantalı bir grup varsa, o da biz Türklerdik. Çünkü amaç spor değil, gezmek! Bizim dışımızdaki insanlar için ise, amaç dağ tırmanışı idi. Bakış açımızda bir yanlışlık var. Baklavasına futbol maçı yapmak gibi bir kavramımız var mesela, amaç kazanıp baklava yemek, spor yapmak değil yani! Spor amaç değil de araç olunca, gereken önem ve disiplinle yaklaşılmayıca sonuç böyle oluyor, tabii sözüm meclisten dışarı. Ama sporun bir kere hayatımızın içine yerleşmemiş bir durumu var. Bunu halletmeden başarı zor görünüyor. 

3 comments:

Özlem said...

benim de bu konuda can alıcı bir anım var. :D

Özlem said...

ex çek sevgilim birgün demişti ki "gel seninle yurdun arkasındaki arazide bir yürüyüşe çıkalım.ama topuklu giyme." artık nasıl bir izlenim bıraktıysam :))
neyse buluştuk efendim. başladık yürümeye. arazi de düz değil tabi ki. küçük tepeler var. in çık in çık 3. de benim iflahım kesildi. dedim nolur oturalım biraz dinlenelim. O da yüzünde şaşkın bir ifade " tamam" dedi napsın. sonra da "biz ailemle bu şekilde 20 km yürüyoruz dedi.Ben de ne diyeyim utandım ébiz bakkala bile arabayla giden bir milletiz demeye:))" o gün çocuğun benden soğumaya başladığı ilk günd sanıyorum :D

irem said...

Hahahh :D bence ama toplu giyme kısmı kritikmiş :)